1571 yılındaki fetihten günümüze Kıbrıs gerçeği...

Shakespeare’in “Otello” dramında Kıbrıs’ın Türkler için öneminden söz edilir 16. Yüzyılda. 21.Yüzyılda 2011 yılındayız. Önemi Türkiye için değişti mi?
Geçen hafta ’Barış Harekâtı’na kadar olanları hatırlatmıştım. Bu Pazar da sonrasını satırbaşlarını ve gerçeklerini Kıbrıs uzmanı emekli Büyükelçi dostum Tugay Uluçevik’in bilgilerinden yararlanarak hatırlatayım.

Şifreler-gerçekler
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 28 yıl önce (KKTC) bağımsız ve egemen bir devlet olarak kurulmuştu...
Bugünkü gelişmeler özellikle Lefkoşa’daki en hafif kelimeyle “nâhoş” olayları anlamak için gerçeklere şifrelerle bakmak lazım... Bunlar aynı zamanda “çözümsüzlüğün” de şifreleri.
Bu gerçek şifreler Türkiye’nin, özellikle, 1974’ten sonraki dönemde Kıbrıs sorununa ilişkin politikalarının temel kavramını “Ada’daki Gerçekler” oluşturmuştur. Bu husus 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra daha belirgin hale gelmiştir.

Önce temel gerçekler
Önce Kıbrıs adasıyla ve Kıbrıs konusuyla ilgili tarihî, fizikî, coğrafî ve siyasî bazı temel gerçekleri hatırlatalım:
Tarihte Akdeniz’i, Mezopotamya’yı ve Orta Doğu’yu kontrol etmek isteyen güçler daima Kıbrıs adasını ele geçirmeğe çalışmışlardır... Sonunda tarih içinde gücünü kabul ettirmiş olan Osmanlı Devleti, 1571 yılında Ada’yı fethetmiş ve 343 fiilen ve 352 yıl da hukuken egemenliği altında tutmuştur. 1923 Lozan Barış Antlaşmasıyla Kıbrıs adası İngiltere’nin egemenliğine geçmiştir.
Elen ulusu ve Yunanistan, Kıbrıs’ta hiçbir zaman egemen güç olmamıştır... Kıbrıs adası, stratejik konumu itibariyle, özellikle 19. yüzyıldan bu yana, bölge halklarının ve bölgede etkili rol oynama peşinde olan devletlerin ilgi odağında kalmış ve kalmaya da devam etmektedir.
Ada, Türkiye’ye 70, Suriye’ye 98, Mısır’a, başka bir ifadeyle, bütün dünya için büyük önem taşıyan stratejik Süveyş kanalına 384, Yunanistan’a 800 ve İngiltere’ye 3000 km. mesafededir.

Sabit bir uçak gemisi!
Kıbrıs adası petrol havzalarına fevkalâde yakındır. Petrol taşımacılığı dahil, deniz ticaret yollarının üzerinde bulunmaktadır. Orta Doğu bölgesine yapılabilecek bir askerî harekât için çok elverişli bir üs niteliği taşımaktadır. Bu sebepledir ki, stratejistler tarafından Kıbrıs adası “sabit bir uçak gemisi” olarak telakki edilir.
Adada tek bir Kıbrıs Ulusu yoktur. Adada biri Türk Ulusu’nun ve diğeri Elen Ulusu’nun uzantısını oluşturan birbirinden ırk, dil, din, kültür, gelenek ve ülkü bakımından farklı iki halk yaşamaktadır.
Kıbrıs’ta biri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, diğeri kendisinin “Kıbrıs Cumhuriyeti” olduğunu iddia eden Kıbrıs Rum Devleti olmak üzere iki ayrı devlet; iki ayrı egemenlik alanı; iki ayrı demokrasi vardır.
1959 Zürih ve Londra mutabakatlarıyla ve bunlara dayalı 1960 Antlaşmalarıyla İngiltere ada üzerindeki egemenliğini müştereken kullanılmak üzere adadaki siyasî bakımdan eşit iki topluma devretmiştir. Kıbrıs’taki iki millî etnik toplumun ortak kuruculuğuna (co-founder) ve siyasal eşitliğine dayalı ve anayasal düzen bakımından işlevsel federasyon vasfına sahip bir ’Ortaklık Devleti’ kurulmuştur. Böylece çözümün “iç dengesi” sağlanmıştır. İki toplumun 1960’da kurulan Devlet’in “ortak kurucuları” olduğu gerçeği, Annan Plânı’nın ilk cümlesinde teyit olunmuştur.
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, Garanti Antlaşması çerçevesinde, adada antlaşmalarla kurulan düzenin ihlâl edilmesi halinde, askerî müdahalede bulunma hak ve yetkisini elde etmişlerdir. Adada 1960 Antlaşmalarıyla kurulan düzenin “garantörü” olmuşlardır.
İttifak Antlaşmasına göre de, Türkiye 650, Yunanistan da 900 kişilik birer askeri birliği Ada’da bulundurma hak ve yetkisine sahip olmuşlardır.
1960 Antlaşmaları ile İngiltere’ye adada iki askerî üs verilmiştir (Agrotur ve Dikelya). Bu üsler İngiltere’nin egemen topraklarıdır. İngiltere AB’ye katılırken Kıbrıs’taki bu iki üssünü AB’nin yetki alanının dışında bırakmıştır. Bu üslerin muhafazası, 1960’dan sonra İngiltere’nin Kıbrıs’a olan yakın ve doğrudan ilgisinin devamının sebebini ve Kıbrıs sorunu hakkındaki politikasının temel amacını oluşturmuştur.

Annan dönemi
“Annan Planı” ve sonrası Kıbrıs konusunda Barış Harekatından sonra en büyük dönüm noktası ve bugün yaşanan musibetlerin başlangıcı olmuştur. 10 Mart’ta Lahey’de yapılan toplantının sonucunda BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından hazırlanan planların taraflar arasındaki temel duyarlılıkları dikkate almayan ve ortak çözümler üretmeyen bir yapıyı taraflara kabul ettirmeyi hedeflediği çok daha anlaşılır bir şekilde ortaya çıkmıştır. Süreç içerisinde KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın şahsında somutlaşan baskı ve yıpratma politikalarına karşı dirençle karşı çıkılmış olması, Kıbrıs Türk toplumunun önünde yeni bir sürecin de başlangıcı olmuştur.
KKTC’ye, Türkiye’ye dayatılan bu planın gerekçesi kısaca; kabul edilmezse, barış sürecinin olumsuz yönde gelişmesi ve adadaki Türk toplumunun ve Türkiye’nin AB sürecinden dışlanmasına yol açacağı iddiası idi. Oysa gerek KKTC, gerek Türkiye bakımından Annan Planı’nın kabul edilemezliği sonunda ortaya çıkan durum hiç de umutsuzluk demek değildir. Aksine yeni açılımlara izin veren ve hem KKTC’yi hem de Türkiye’yi bağımlılık/koşulluluktan çıkmaya zorlayacak bir süreç ortaya çıkmıştı. Kısacası bu plan Yunanistan’a, Rumlara yarayacaktı.

Acıları hala devam ediyor
Fakat şu da kaydedilmeli: Planın kabul edilip edilmemesi hususunda Rauf Denktaş ve Mehmet Ali Talat taraftarları arasında anlaşmazlık ortaya çıktı. Denktaş karşıydı ama referanduma, baskılar sonunda razı oldu
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından hazırlanan, Kıbrıs adasının İngiliz üsleri bölgesi haricinde kalan kısımlarının bağımsız ve federal nitelikte bir devlet olacak şekilde birleştirilmesini öngörüyordu. Plan gereğince Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki bakanlıkların en az üçte biri Türklerden oluşacaktı. Devlet başkanlığı ve başbakanlık makamları on ayda bir Türkler ve Rumlar arasında değişecekti.
Nisan 2004’te KKTC ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nde yapılan referandumlar ile oylamaya sunulan plan, Türk tarafından % 65 kabul gördüğü halde Rum oylarının % 76 ret şeklinde olduğundan hayata geçirilemedi ve Plana destek veren AKP iktidarı için fiyasko oldu... Acıları hâlâ sürüyor.

Yazarın Diğer Yazıları