Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Hulki CEVİZOĞLU

Hulki CEVİZOĞLU

Direnişin, Kurtuluşun, Milli Mücadele'nin birinci asrı

Yarın, 19 Mayıs 2019!

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna giden, Osmanlı'nın küllerinden bir ulus inşa eden ve milli mücadelenin "örgütlü" ilk kıvılcımının atıldığı günün 100. yıldönümü!

Atatürk'ün, "Benim doğum günüm" diyerek Türkiye'nin doğuşu ile kendisini özdeşleştirdiği 19 Mayıs'ın 100. yılı.

Eskiden başbakanların, bazı partilerin genel başkanlarının aniden hastalandığı, Anıtkabir'e gitmedikleri, katılmadıkları törenlere isyanın yıldönümü…

Tören alanlarından okul bahçelerine, sınıflara kovalanan, sıkıştırılan ve "kıstırılan" yıldönümlerine direnişin yıldönümü…

Mutlu ve kutlu bir gün.

Atatürk'ün "Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır" dediği günlerin 100. yıldönümü.

Atatürk'ün "Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır" dediği günlerin 100. yıldönümü.

Anadolu'nun yeniden Türkleştiği 1071'in 948. yıldönümü

Atatürk'ün "Bu memleket dünyanın beklediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine yüksek sahne oldu" dediği günlerin 100. yıldönümü.

Atatürk'ün "Bu sahne, 7 bin senelik en aşağı bir Türk beşiğidir" dediği;

"Beşiği tabiatın rüzgârları salladı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden,  yıldırımlarından,  kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu" dediği;

"Bir gün, o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu. Türk budur, yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir" dediği günlerin 100. yıldönümü.

Türkiye Cumhuriyeti'nin, dünya siyasetinin ana rahmine düştüğü günün 100. yıldönümü. (Türkiye Cumhuriyeti'nin Regaip gecesi!)

Ve, bazı kişiler tarafından başkentimizin, milli marşımızın içinde bulunduğu "Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez" ilk üç maddesinin değiştirilmek istendiği günlere direnişin yıldönümü.

Yani, "Atatürk'e ait ne varsa yok edilmek" istenilen günlere direnişin yıldönümü. 

1919'un 100. yılında, birinci asrında (yüzyılında), bu dizi yazımızda, bölümler halinde hatırlatmalar yapacağız.

Çünkü, bir yüzyıla sığmayan ve halen devam eden mücadeleyi yazı dizisine sığdırmak, tıpkı akif'in "gel seni tarihe gömelim desem sığmazsın" dediği gibi asla mümkün değildir!

------------------------------------------------------------

İşgal başlıyor... Halk sessizce seyrediyor..

15 Mayıs 1919 Perşembe.. Atatürk'ün Samsun'a çıkmasından dört gün önce, güzel yurdumuzun incilerinden İzmir işgal ediliyor. Halk sessiz ve üzgün seyrediyor. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa'nın "mukavemet edilmemesi" emri yüzünden Türk kuvvetleri kışlalarına çekildiler. İngiliz, Fransız, Yunan bahriye silâhendazları (deniz piyadeleri) öğleden sonra, mevkii müstahkemleri (savunma tesislerini), kaleleri işgal ediyorlar.  Harbiye Nazırı Şakir Paşa, "Bu gibi şayialara (söylentilere) ehemmiyet vermeyin" açıklamasını yapıyor! İzmir Valisi İzzet ise, millî kuvvetleri örgütleyip, direnişi başlatmak yerine, Türk gazetelerini yalanlama, halkı tepkisizleştirme ve (İstanbul'daki) hükümete yaranma telaşındaydı. Ona göre, İzmir'in işgal edileceği haberleri "paranoya" idi!.. Herkes hayal görüyor, bir tek o gerçekleri söylüyordu!..

Bugün bile pek çok insan, İzmir'i yalnızca Yunanlılar'ın işgal ettiğinin propagandasını yapıyor. Oysa, İzmir'e çıkanların başında İngiliz, Fransız ve İtalyanlar geliyor. Bu ülkeler, Yunanlılar'ı ileri sürerek, onlara "işgal taşeronluğu" yaptırıyor. Kendileri, tıpkı Irak işgalinde olduğu gibi, geriden idare etmeyi tercih ediyor. Görüyoruz ki, neredeyse 100 yıl önceki taktik de aynı. Bugün yaptıkları hiç de sürpriz değil.

...................................

Amerikan basınınında işgal

İzmir'in işgali, ABD'nin tarih boyunca  Türkler'e hangi gözle baktığının da bir göstergesi ve dahası "tarihi bir belgesi" oldu.

18 Mayıs 1919 tarihli The New York Times gazetesi, "Türkiye: Sonun Başlangıcı" başlığı altında "Türkler'e Anadolu'da küçük bir bölge bırakılabileceğini" yazıyordu:

"İzmir'in işgali; Asya ve Avrupa Türkiyesi'nin her tarafında manda yönetimlerinin kurulması ve Türkiye Devleti'nin bağımsız bir imparatorluk olarak varlığının ortadan kaldırılması yolunda atılan ilk adımdır. Halen İstanbul'da bulunan Türk Sultanı'na Bursa ve civarında küçük bir bölgenin bırakılacağı tahmin edilmektedir."

......................................

"Mutlaka muvaffak olacağız!"

Mustafa Kemal, Nişantaşı'nda Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın evinde idi. Özel toplantıya, yeni Cevat Paşa da katılıyordu.

Yemekler yenmiş, kenara çekilinmiş, kahveler içiliyordu. Damat Ferit bir harita istedi, gelen harita üzerinde konuşmaya başladı:

"Paşa, yeni görevinin mahiyeti nedir? Neler yapmak istiyorsun?"

9. Ordu müfettişliğine atanan Mustafa Kemal, "Efendim" dedi, "İngiliz raporlarına göre, Samsun ve havalisinde bazı karışıklıklar varmış. Biraz abartılıdır sanıyorum... Yerinde yapacağım inceleme ile bunları hallederiz. Şimdiden isabetli bir şey söyleyememekten korkarım."

Teslimiyetçi Genelkurmay Başkanı, hiçbir ümit taşımıyordu:

"Efendim, Paşa tabii o mıntıkadaki kuvvete kumanda edecektir. Zaten nerede kuvvet kaldı ki?"

Mustafa Kemal, müfettişlik yetkisi içinde "tüm Doğu illerindeki komutan ve valilere doğrudan emir verme yetkisinin" de olmasını istiyordu. Kendisini İstanbul'dan uzaklaştırmak isteyen Damat Ferit, "yetkiyi alsa da emir vereceği ordu kalmadı" düşüncesiyle bu yetkiyi kendisine tanıdı.

Damat Ferit Paşa'nın Nişantaşı'ndaki konağından birlikte çıkan Cevat (Çobanlı) Paşa, Teşvikiye'ye doğru yürürken, Mustafa Kemal'e döndü:

"Bir şey mi yapacaksın Kemal?"

"Evet Paşam, bir şey yapacağım!"

"Allah muvaffak etsin."

"Mutlaka muvaffak olacağız!"

Mustafa Kemal "kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibiydi!:

"Tarih bana öyle uygun koşullar hazırlamış ki, bakanlıktan çıkarken heyecandan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önümde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibiydim."

"Paşa, paşa.. Devleti kurtarabilirsin!.."

"İstanbul sokakları, düşman askerleri ile dolu. Boğaziçi, toplarını sağa-sola çeviren düşman zırhlıları ile örtülü. Denizin mavi suları görünmüyor âdeta. Birçok duygulu İstanbullu, ancak ekmek ve yiyecek almak için evlerinden çıkıyorlar. Yolda hakarete uğramamak için ezilip, büzülerek yürüyorlar.. Koskoca İstanbul, yüzbinlerce insanı ile, sesi kısılmış bir halde..." Şehrin durumu çok hüzün vericiydi. İşgal kuvvetlerinin donanmaları limanı "çelik ormanı" gibi sarmıştı. Köhne bir motorla Haydarpaşa'dan İstanbul'a geçerken bir süre dalgın ve nemli gözlerle, heybetli düşman zırhlılarını seyretmiş, sonra yaverine (Cevat Abbas Gürer'e) dönüp:

"Geldikleri gibi gideceklerdir !"

demişti. Bu söz üzerine "derin elem ve ümitsizliğini derhal unutan" yaveri Cevat Abbas Gürer, "Size nasip olacak, siz bunları kovacaksınız Paşam" dedi.

***

Mustafa Kemal, Samsun'a hareket etmeden önce, veda ziyaretlerinde bulundu. Yeni Genelkurmay Başkanı Cevdet Paşa, eski başkan Fevzi Paşa, bakanlar (nazırlar) ve Padişah Vahidettin ile görüştü. Görüşmeler sürerken, Bandırma Vapuru'nda son hazırlıklar yapılıyordu. Samsun'a gitmeye hazırlanan Kemal Paşa dışında herkes perişanlık içindeydi, daha uzun konuşmanın kimseye yararı olmayacaktı. Ne Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin, ne de Mustafa Kemal'in düşünceleri değişmeyecekti.

Mustafa Kemal, son ziyaretini Padişah Vahidettin'e yaptı. Yıldız Sarayı'nın ufak bir salonunda Padişah'la adeta diz dize denecek kadar yakın oturdular. Vahidettin'in sağında, dirseğini dayadığı bir masa ve üstünde de bir tarih kitabı vardı. Oturdukları yerden, başlarını hafifçe sağa çevirdiklerinde, Boğaz'da demirlemiş ve toplarını Yıldız Sarayı'na doğrultmuş, birbirine paralel düşman zırhlılarını görüyorlardı!..

Padişah, Mustafa Kemal'in hiç unutamayacağı şu sözlerle konuşmaya başladı:

"Paşa, Paşa.. Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin."

Vahidettin, masanın üzerindeki tarih kitabına elini basmıştı:

"Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Tarihe geçmiştir.. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir."

Bir ümit kırıntısıyla tarihi sözünü söyledi:

"Paşa,  Paşa.. Devleti kurtarabilirsin !"

Mustafa Kemal hayretini gizleyemedi... "Acaba Vahidettin benimle samimi mi konuşuyor?" diye düşündü.

Padişah'ın, Mustafa Kemal'in Şişli'deki evinde, ordu komutanları ve askerî yetkililerle yaptığı "gizli toplantılardan" ve niyetinden haberi mi vardı?.. Samsun'a çıktıktan sonra, işgâle karşı başlatacağı silahlı direnişi mi öğrenmişti?..

İşgalcileri iknâ etmek için her yolu deneyen Vahidettin, Mustafa Kemal'in deyimi ile, "Yüzüncü derecedeki insanlarla" temastaydı. "Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin!" derken, artık padişahlığını kurtarmaktan vazgeçmiş, yaptıklarından pişman mı olmuştu?.. Aldatıldığını mı anlamıştı?..

Çünkü, Mustafa Kemal'in herkesin bildiği "resmî görevi", Samsun ve çevresindeki azınlıkların ve özellikle Rumlar'ın, İtilâf Devletleri temsilcilerine yaptığı şikâyetleri incelemek ve onları rahat ettirmek için gerekli önlemleri almaktı. Yani, herkes Mustafa Kemal'e, "işgalcilere yardımcı olacak bir görev" verildiğini düşünüyordu. Müfettişlik görevinin özü buydu!.. Padişah, silahlı direnişe kesinlikle karşıydı..

Mustafa Kemal'in şaşkınlığı tedirginliğe dönüşmüştü. İki uç düşünce arasında bocalayan Mustafa Kemal, "bahislere girişmeyi tehlikeli buldu." Daha sonraki gelişmeler Padişah'ın bu sözlerle neyi kastettiğini çok net biçimde gösterecekti. Mustafa Kemal, basit yanıtlar vererek, karârı sonraya bıraktı:

"Hakkımdaki teveccüh ve güvene arzı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz."

"Eminim."

"Merak buyurmayın efendimiz. Noktai nazarı şâhanenizi (yüksek görüşünüzü) anladım. İrade-i seniyeniz (ferman, padişah emri) olursa, hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım."

"Muvaffak ol!"

***

Padişah'ın huzurundan çıkan Mustafa Kemal, Vahidettin'in "noktai nazarı şâhanesinin" ne olduğunu çözmüştü. Daha sonra bir yakınına bunu şöyle anlatacaktı:

"Padişah demek istiyordu ki, hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız, İstanbul'a hâkim olanların siyâsetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikâyet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem ve bu siyâsete karşı gelen Türkler'i takip edersem, Padişahın arzularını yerine getirmiş olacaktım."

Adım adım işgal edilen Türkiye'nin hükümdârı, "devleti kurtarmak" olarak, "işgale direnmemeyi, işgalcilere hizmet etmeyi ve vatanı kurtarmak için silahlı direniş başlatacak Türkler'i engellemeyi" anlıyordu.

"Paşa, Paşa.. Devleti kurtarabilirsin" sözünün anlamı buydu.

Padişaha göre, Mustafa Kemal bunları yaparsa "muvaffak olacaktı!.."

Ulusal (Millî) direniş başlıyor..

Redd-i İlhak Milli Komitesi, İzmir'de organize ettiği büyük mitingin ardından, tüm yurtta halkı direnişe çağırıyordu. Tüm vilayet, sancak, kaza ve nahiyelere gönderilen telgraflar ile, bölgelerinde toplantılar düzenlenmesi, direniş ordusuna girmek için hazırlıklar yapılması istendi. Ulusal direniş başlıyordu. Hükümete, padişaha ve işgal notaları veren İngiliz Amiral Kaltrop'a protesto telgrafları yağıyordu. Anadolu halkı Mütareke hükümlerine, uluslararası  hukuka uymayan bu oldu-bitti işgale karşı, kanının son damlasına kadar savaşmaya ant içiyordu.

Zübeyde Hanım'a veda

Dokuzuncu Ordu Müfettişliği'ne atanmayı başaran Mustafa Kemal Paşa, Akaretler'deki evinde annesine vedaya gitti. Annesinin elini öptü, kız kardeşi Makbule'nin hatırını sordu ve yer sofrasına bağdaş kurup oturdu. Ertesi gün Samsun'a hareket edeceğini annesine nasıl söyleyecekti?.. Bu heyecanla yediği yemekten zevk almıyor, annesini üzmemeyi düşünüyordu. Birdenbire söze başladı:

"Anne, ben yarın Anadolu'ya gidiyorum. Buraların hâli malûm değil. Selânik nasıl elden gittiyse, buralar da öyle olabilir. Ben, kurtarmaya çalışacağım. Ne elimden gelirse onu yapacağım. Fakat bu işte tehlike çoktur. Hesapta ölmek, gidip gelmemek vardır. Bana hakkını helâl et!.. Sen de bunları iyi dinle Makbuş (=Makbule). İşler fenaya dönerse, sakın buradan ayrılmayın. Bütün paranızı sarfedersiniz, paranız biterse halılarınızı, kıymetli eşyalarınızı satarsınız. Bir kere daha söylüyorum. Ne olursa olsun yola çıkmaya kalkmayacaksınız. Muvaffak olamazsam zaten sizi öldürürler, o zaman elbet, ben de ölmüş olurum."

Bu sözler annesi ve kız kardeşi için "beklenmedik bir darbe" idi. Gerisini kız kardeşi Makbule (Atadan) anlatıyor:

"Onun sözlerini anne kız bir bardak zehir gibi yutmuştuk. Annem şiddetli bir kalp krizi ile sarsılmaya başlamıştı. Zavallı anacağıma nefes aldırmak için pencereleri açtık, kucağımızda onu sofaya çıkardık. Atatürk heyecan içinde söylediği sözlerin tesirini gidermek istermiş gibi annemi:

- Anne merak etme, bu kadar üzülme... Ben size en kötü ihtimali anlattım, muvaffak olmam ihtimali de kuvvetlidir. Tekrar buraya dönerim. Sizi yanıma aldırırım. Üzülme... diye teselli etmeye çalışıyordu.

Doktor Rasim Ferit (Talay) vaktinde yetişmemiş olsaydı, o akşam annem ölebilirdi. Sabaha kadar onunla uğraştık, şafak sökerken biraz rahatlar gibi oldu ve o zaman da ayrılık vakti geldi."Sabahleyin, annesinin doktor denetiminde kendisine geldiğini gören Mustafa Kemal, tekrar anneciğinin elini öptü ve İngilizler'in kontrolündeki Galata rıhtımına geldi;  kendisini bekleyen Bandırma Vapuru'na binerek kıyıdan açıkta beklemeye başladı. 

Samsun'a giderken Bandırma Vapuru aranan Mustafa Kemal:

"Biz, ideali ve imanı götürüyoruz"

Paşaya eşlik edecek 18 kişilik "müfettişlik kadrosu" rıhtımdan sandallarla hareket ederek açıkta bekleyen vapura çıktı. Bandırma Vapuru Kız kulesi önüne geldiğinde İngilizler tarafından durduruldu ve bir binbaşı eşliğindeki işgalciler tarafından tepeden tırnağa arandı. Daha önce de, gemisinin Karadeniz'de batırılacağı istihbaratını alan Mustafa Kemal kuşkuya kapıldı. "Acaba bunlarla şehirdekiler arasında bir haberleşme mi vardı? Maksat kendisini tutuklamak ise, bütün bunlara gerek yoktu." Sıkılıyordu. "Bir kararsızlık da olabilir" diye düşündü. Kaptana hızlanmasını söyledi. Kaptan (İsmail Hakkı Durusu) demir aldırmaya başladı. Vapur, düşman zırhlıları arasında ilerlemeye başlayınca Mustafa Kemal güvertede arkadaşlarına döndü ve "Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silâh kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu'ya ne silâh, ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz!" dedi. Bandırma Vapuru'ndaki genç subaylardan Kurmay Binbaşı Hüsrev'e (Gerede) göre ise Mustafa Kemal, "Budala herifler bizim silah-cephâne değil, kafa götürdüğümüzü bilmiyorlar mı?" dedi.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarını Samsun'a götürecek Bandırma'yı Karadeniz'de şiddetli bir fırtına bekliyordu.. 27 yıllık kaptan "Ne aksi, bu denizi pek iyi tanımam. Pusulamız da biraz bozuk" diyordu. Mustafa Kemal kaptan yerinde idi. Subaylar ve askerler dışarı çıktılar, gemi hareket etti. Millî direnişin lideri, geminin kaptanına tehlikeleri anlattı ve emir verdi:

"Düşman devletlerinin herhangi bir aracının zararlı girişimine uğramamak için sahile yakın bir rota tutunuz! Eğer kesin tehlike görürseniz gemiyi karaya, en yakın sahile oturtunuz!"

Ufukta düşman gemisi görüldüğü zaman, Bandırma gemisi karaya oturtulacak ve Mustafa Kemal ile arkadaşları Anadolu'ya çıkacaktı. Anadolu toprağına ayak bastılar mı, artık ebedî esenliğe kavuşmuş olacaklardı.

Gemide 3.Kolordu Komutanı Albay Refet (General Refet Bele) de vardı. Kafileye son dakikada katılmıştı. İstanbul'dan çıkış vizesi yoktu. Atlarını yükleme bahanesiyle Bandırma'ya girmişti. Gemide rütbe işaretlerini çıkarmış, atlarının yanına gizlenmişti. Gemi Boğaz'dan çıkıncaya kadar bu durumda kalacaktı.

19 Mayıs: Yeni Bir Ergenekon..

Mustafa Kemal Samsun'da, 80 bin kişi mitingte...

İstanbul'da Fatih Camii'nin önünde 80 bini aşkın insan İzmir'in işgalini protesto mitingi yaptığı saatlerde Mustafa Kemal Samsun'a çıktı. "Son yüzyıl Türkler'i için yeni bir Ergenekon'un kapısı açılıyor ve yeni bir devrin tarihi başlıyordu."

Dokuzuncu Ordu Kıt'aları Müfettişi Paşa'nın görevi, hem askerî hem de mülkî idi. Görevleri arasında bölgede asayişin sağlanması ve dağınık silah ve cephanenin belirlenen depolarda emniyet altına alınması da vardı. General Kâzım Karabekir komutanlığındaki 15. Kolordu'ya bağlı 4 tümen ile 3. Kolordu'ya bağlı 2 tümen Mustafa Kemal'in emrine verildi.

İstanbul'daki mitingde Konuşmaların yapıldığı kürsüye, siyah zemin üzerine beyaz ay-yıldızlı bayrak asılmıştı. Delikanlılar kollarına siyah protesto kurdelaları bağlamış, genç kızlar ise üzerinde "İzmir kalbimizdir" yazılı siyah rozetler takmışlardı. Bugüne kadar alışılmadık biçimde ilk kez kadınlar da, erkeklerle birlikte aynı meydanda toplanmıştı. Miting sonunda padişaha sunulmak üzere bir çağrı metni kabul edildi. Halk, ülke üzerine çöken karanlık bulutun dağılmasını istiyor, ama bunu kimin gerçekleştireceğini henüz bilmiyordu. O yüzden şimdilik tek adres gibi gözüken padişaha çağrıda bulunuyordu. Ulus işgale karşı uyanmış ama henüz padişahın yaptıklarına karşı uyanmamıştı. Bu karanlık bulutu dağıtacak kişi ise, çalışmalarına Samsun'da başlamıştı!..

1919'da "Ülkenin genel durumu ve görünüşü!.."

Mustafa Kemal Samsun'a çıktığında "ülkenin genel durumu ve görünüşü" şöyleydi. Mustafa Kemal anlatıyor:

"1919 yılı Mayıs'ının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir:

Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, 1.Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı Ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. (...) Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa başkanlığındaki hükûmet  âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.

Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...

İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul'da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap(Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya'da İtalyan askeri birlikleri, Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her  tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar  faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da, İtilâf Devletleri'nin uygun bulması ile Yunan ordusu da İzmir'e çıkartılıyor.

Bundan başka, memleketin her tarafında Hıristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye, devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar.

Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira Hey'eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. (...)"

Yazarın Diğer Yazıları