1920'den 2019'a Ulusal Egemenlik

23 Nisan 1920 salt Büyük Millet Meclis'inin açıldığı tarih değil; bu toplumun millet olma bilincinin başlangıç tarihidir. Millet olmanın bilinciyle "millet egemenliğinin" başladığı gündür. Bu açıdan söz konusu tarih, bir dönüm noktasıdır.

Niyetim uzun uzun tarih dersi vermek değil. Ama bu ülkenin tarihinde, alınması gereken çok ders yatıyor…

Meclis'in açılış mücadelesi öyle kolay olmadı. Bir yanda düşman kuvvetleriyle mücadele ederken diğer yandan Cumhuriyet için adım adım hamleler yapıldı. Nitekim Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nı milli egemenlik prensibi ile başlatmış ve sürdürmüştü. Bu açıdan dışta tam bağımsız, içeride ise gücünü halktan alan bir sistem gayesiyle başlanan mücadelenin sonunda Meclis'in açılışı ile birlikte, milli egemenliğe dayalı yeni Türk Devleti doğmuş oldu.

Ve bu sebeple Atatürk, Türk devletini kurduğunda diyordu ki:

"Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da milli egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir."

Bu noktada, bilinmesi gereken mühim bir ayrımdan bahsetmek istiyorum: "Egemenlik" ile "iktidar" kavramları arasındaki ayrım…

Bu ayrım, 1961 Anayasası'nın gerekçesindeki ifade ediliş şekliyle şöyle: "Ulusal egemenlik millet varlığının bir iradesidir. Siyasal iktidara gelince, anayasada yazılı şartlar içinde hükümet edenlerin, belli organlar tarafından kullanılan yetkileridir. Bu yetkiler devletin idaresini sağlamak için emirler ve yasaklar koyma ve bunlara bağlı kalma araçlarını kapsar. Ancak milletin egemenliğe kayıtsız şartsız sahip olmasına karşılık, siyasal iktidar, hükümet edenlerin malı olmadığı gibi kullanılması da birtakım kayıt ve şartlara bağlıdır."

Yani, milli egemenlik şunu ifade ediyor:

Egemen sensin!

Kimse yürütme, yasama ve yargıyı kendi elinde toplayamaz; tüm erkler bir denge içerisinde millet için görevlerini yerine getirmek zorunda.

Bu millete hizmet etmek için seçilenler ise hangi görüşten olduğuna bakmaksızın; toplumun tamamına hizmet etmek zorunda.

Tüm bu sebeplerle milli egemenlik kavramı, bugünün Türkiye'sinde hiç olmadığı kadar önem arz ediyor.

Neden mi?

FETÖ tarafından kalkışılan hain darbe girişimi sonrası ilân edilen olağanüstü hal ortamında gerçekleştirilen referandumla milli egemenliğe oldukça ters bir yönetim anlayışı resmi olarak kabul edildi.

Oysa...

Atatürk bu milletin başına gelen tüm felaketleri kendi talih ve geleceklerini tek bir kişinin eline bırakmasına bağlayarak "Bu kadar acı tecrübeyi geçiren milletin, bundan sonra egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır. Milletimiz, hiç kimsenin iznine gerek görmeden ve müsaade etmeyenlere karşı isyan ederek, Milli egemenliğini almış ve kullanmıştır. Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur" demişti.

Ve Meclis'in açılışında da ifade ettiği şekliyle gayesi; "Türkiye'de, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nde millet egemenliğini güçlendirmek ve ebedileştirmekti".

İşte bu gayenin gerçekleşmesi ümidiyle, Meclis'in açılış gününü yarının büyükleri olan çocuklara armağan etti. Milli egemenliğin ebedi olması tek hedefti ancak Türkiye son bir kaç yıldır bu gayenin tersi istikamette ilerliyor. Millet olarak birlik olma bilincinden uzaklaşarak kutuplaştırılıp, çoğunlukçu bir yönetim anlayışıyla tek adam tarafından yönetiliyor.

Her şeye rağmen dilerim ki bu yerel seçimlerdeki Atatürkçü isimlerle elde edilen kazanımlar, tekrar Atatürk hedeflerine dönüşün başlangıcı olur...

Başta büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm silah arkadaşlarını ve şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutluyorum.

***

Günün Sözü:

"Küçük hanımlar, küçük beyler. Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, ikbal ışığısınız. Yurdu asıl aydınlığa boğacak olan sizsiniz. Ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyorum." ATATÜRK

 

Yazarın Diğer Yazıları