21 yıl önce, 21 yıl sonra

Barış Pınarı Harekatı'yla, askeri güç devreye sokularak diplomatik masa kuruldu.

Bu doğru ve olumlu bir adım.

Ancak, içinde bulunduğumuz, daha doğrusu içine düşürüldüğümüz durum açısından olumlu.

Şimdi ekranlarda, köşelerde 'Zafer' nutukları atılıyor ya, aslında tablo hiçte öyle değil..

Zafer mi, ehveni şer mi?

Şimdi, "Stratejik derinlik adlı bataklığa saplanmasaydık ne olurdu?" sorusunun cevabıyla başlayalım.

Çünkü örneği var.

O derinlik ya da bataklığa düşmeden önce, 1998 yılında varılan bir mutabakat var; Adana Mutabakatı..

Kiminle kim arasında?

Ankara ile Şam arasında..

O dönemde de ordumuzun caydırıcı gücü devreye girdi. Sınırı geçmedi ama sınırda boy göstermesi yetti.

Adana Mutabakatı'nın ardından da, teröristbaşı Suriye'yi terketmek zorunda kaldı.

Dolayısıyla, AK Parti iktidarlarının Türkiye'yi düşürdüğü çukur öncesi, bir mutabakata varılacaksa, araya ne Washington, ne Moskova, ne Brüksel ne Tahran giremiyordu..

Beyaz Saray'ın algı operasyonu, 'Beyzbol sopasını' yıllarca dillerine doladılar ama, o dönem Türkiye, kendi işini kendi görebiliyordu..

Peki ya bugün?

Beyzbol sopalı fotoğrafın üzerinde tepinenlerin Türkiye'yi getirdiği nokta açık;

Suriye ile ilgili bir mutabakat söz konusu olduğunda, 1 hafta içinde yaşadığımız gibi, ya Washington'la ya da Moskova'yla mutabakat sağlamak zorundayız.

Mesele Şam'la ama mutabakat Washington ya da Moskova'yla..

İşte 'Zafer' dedikleri şey bu.

Geçen hafta partisinin grup toplantısında ne dedi İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener;

- Suriye'nin bir bölümünde adım atmak için Amerika'yla, bir başka bölümünde adım atabilmek için Rusya ile anlaşmak zorundayız.. Geldiğimiz nokta bu..

İşte ben de onu diyorum; 'zafer' diye tabir ediliyor ama geldiğimiz nokta bu..

1998'de mutabakatı doğrudan muhatabıyla, Şam yönetimiyle yapabilen Türkiye'den, Amerika ya da Rusya'yla mutabakat yapmak mecburiyetine..

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın deyimiyle; Nerdeeeeeen nereye?

**

Tabi, Amerika'yla ayrı, Rusya'yla ayrı mutabakat, Türkiye'yi önümüzdeki günlerde neyle karşılaştıracak bilemiyoruz..

Ama size bir şey söyleyeyim mi; Başı dertte olan biri var. Meral Akşener'in tarifiyle, "Peluş kafalı adam"

Amerikan devletini, yıllardır çabaladığı bir bölgede taca çıkaran Trump'ın önüne konacak fatura ilginç olacak.

Bakın konabilecek demiyorum, konacak diyorum..

Trump umurum değil de, o faturanın KDV'sinin gideceği adres konusunda tedirginim.

Stratejik derinlik(!) adlı çukuru derinleştirirse sıkıntı..

**

Dedim ya, zafer diye pazarlanan tabloya bakmayın siz..

Suriye konusunda, 21 yıl önce doğrudan Suriye ile mutabakat yapabilen Türkiye yok artık..

Kendi sınırlarının güvenliği konusunda, Amerika veya Rusya'nın icazetini almadan yerinden kıpırdayamayan Türkiye var..

Bu çaresizlik zaferse eğer, daha da bir şey demiyorum..

DÜZELTME

İki gün önceki yazıda Anadolu Ajansı'nın Afrikalı gazetecilere vereceği 'gazetecilik' eğitimine dair fikrimi paylaşmıştım..

Habercilik yapamayan bir kurumun, başkasına habercilik dersi vermesi bence hala enteresan..

Yazıda bu eğitimin Deniz Feneri Derneği'nce organize edildiği bilgisi vardı..

Eski bir çalışma arkadaşım, Fevzi Yalçın kardeşim aradı.

Bu çalışmayı, Deniz Feneri Derneği'nin düzenlemediğini, işbirliği yaptığı Afrika Koordinasyon ve Eğitim Merkezi (AKEM) programa dahil olduğu için, iletişim desteği verdiğini belirtti..

Fevzi kardeşim öyle diyorsa öyledir, tereddüt etmem..

Dolayısıyla, Deniz Feneri tarafından düzenlendiğini ifade ettiğim başlığımı geri çekiyorum.

Son olarak da, yazı ya da haberlere gelen 'Saldırgan' yanıtlara alıştığımız yılların ardından, nezaket dolu bilgilendirme için de ayrıca teşekkür ediyorum..

 

Yazarın Diğer Yazıları