Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Hulki CEVİZOĞLU

Hulki CEVİZOĞLU

23 NİSAN: MİLLİ TARİHİN BAŞLANGICI

Bugün ulusal egemenliğimizin inşa edildiği, Atatürk'ün ifadesi ile "Milli tarihin başlangıcı"nın 99. yıldönümü.

Atatürk'ün TBMM'nin kuruluşunun (açılışının) yıldönümlerinde yaptığı önemli açıklamaları hatırlamak bugün daha da büyük önem taşıyor.

Büyük önderin açıklamalarını (daha önceki çalışmamda) soru-yanıt biçiminde kitaplaştırmıştım ("Gizli Sözler").

MECLİS'İN 1. YILDÖNÜMÜNDE ŞOK AÇIKLAMALAR

Atatürk'ün yıllara göre yaptığı açıklamaları şöyle.

Hulki Cevizoğlu: Tam bir yıl önce, 23 Nisan 1920'de, Büyük Millet Meclisi'ni kurarak işgal ortamında bile demokrasi için büyük adım attınız.

Millet Meclisi'nin toplanmasını ve açılmasını sağlamak için çalıştığımız günlerde sizi en çok uğraştıran, Düzce, Hendek, Gerede gibi Bolu bölgesindeki yerlerden başlayıp Nallıhan, Beypazarı üzerinden Ankara'ya yaklaşacak gibi görünen gericilik ve ayaklanma dalgaları idi.

Meclis Başkanı olarak, çok önemli olan bu bir yılı değerlendirmenizi ve ulusal tarihimiz için önem taşıyan görüşlerinizi almak istiyorum.

Meclis'i açmadan önce sizi dışlamaya yönelik bireysel saldırıları, iç isyanları ve bilmediğimiz diğer gelişmeleri anlatır mısınız?

Mustafa Kemal: (Sakin, düşünceli ve ağır ağır anlatıyor) 16 Mart feci vakası (İstanbul'un İngilizler tarafından resmi işgali-HC) üzerine artık İstanbul'a büsbütün kement vurulmuş, millet ve memleket başsız kalmıştı. Onun bağımsızlığını düşünmek ve kurtarmak için Ankara'da milli bir meclis toplamak lazım geldi. Bu kanaat üzerine lazım gelen çarele­re giriştik. Böylece geçen Nisan ortalarında milletvekilleri Ankara'da toplanmaya başladı. Ancak, memleket geniş ve nakliye vasıtaları sınırlıydı. Bunun için vekillerin ulaşması daima gecikiyor ve bu gecikme bana azap veriyordu.

Bu azap içinde bütün mesai arkadaşlarım ile gece ve gündüz dinlemeden çalışa­rak vaziyete ait çareleri düşünüp tatbik ile meşgul oluyordum. Milletin saflığı ve te­mizliği ve bağımsızlığı için beslediği aşk ve imanı yakından bildiğim için, bence ba­zı taraflarda alametler gösteren sapkınlık hastalığına karşı, bütün millet ve memleke­ti koruyacak tedbirler alınabildiği takdirde, vaziyetteki vahametin bertaraf edileceği­ne şüphe yoktu.

SORUMLULUĞU BİR ARKADAŞA VEREREK İNZİVAYA ÇEKİLMEYİ DÜŞÜNDÜM!

O esnada dâhilde halkın fikirlerini zehirlemek ve hariçte dünya ka­muoyunu bulandırmak maksadıyla çalışanların kullandıkları vasıtalardan birisi de doğrudan doğruya benim şahsiyetim idi; memleketimizdeki milli heyecanı, hak ve bağımsızlığı müdafaa uğrunda gösterdiği hayati kabiliyeti inkâr için bu kimseler, bü­tün hücumlarını bana yöneltiyorlardı. Gerek millete ve gerek İstanbul'daki hüküme­te resmen diyorlardı ki: "Mustafa Kemal'i tanımayınız; Mustafa Kemal'e emniyet ve itimat etmeyiniz. İtilaf devletlerinin Türkiya'ya karşı gösterdiği şiddet, onun yüzün­dendir."

Onlar böyle söylüyorlar ve ben bertaraf edildiğim takdirde, millet ve mem­leketin hariçten her türlü dostluğu ve iyiliği göreceğini ileri sürüyorlar, kamuoyunu bu suretle aldatmaya çalışıyorlardı.

Ben bu teşebbüste ne kadar zehirli, fakat mahirane bir kasıt olduğunu bütün açıklığıyla görüyordum. Ancak milletimin üstüne konan baskı ve esaret yükünün, benim yüzümden ileri geldiğini düşünebileceklerin mevcu­diyetini zaman zaman düşündükçe, kalbimin pek derin üzüntülerle çarptığını hissedi­yordum.

Hem kendimi bu üzüntüden kurtarmak, hem de böyle düşünebilecekleri ve­himden kurtarmak için, o güne kadar meydana getirilen tarihi vaziyetin ve bu vazi­yetin o günden sonraki safhalarına ait mesuliyeti diğer bir arkadaşa bırakarak bir köşeye çekilerek unutulmanın ve inzivaya çekilmenin uygun olacağını düşündüm; ve bu fikrimi, o zaman­lar temasımda bulunan mesai arkadaşlarımın hepsine açık ve kati bir lisanla bildir­dim.

Hulki Cevizoğlu: Yani, neredeyse milli mücadeleden çekiliyordunuz! Sırf, milletim benim yüzümden sıkıntıya girmesin diye, öyle mi? Peki sonra ne yaptınız?...

Mustafa Kemal: Fakat arkadaşlarım, böyle bir hareketin düşman niyetlerini ve arzusunu artır­maktan başka semere (sonuç) vermeyeceği iddiasında bulundular.

İÇERDEKİ İSYAN ATEŞİ ANKARA KAPILARINA YAKLAŞIYORDU

Dâhili isyan ateşi Ankara kapılarına kadar yaklaşmakta idi. Vaziyetin vahameti, mesuliyetin azameti, dehşete düşürücü bir mahiyette idi.

Bu vaziyet karşısında şöy­le düşündüm: Ortaya çıkan vaziyetten -her ne fikre dayanırsa dayansın- çekilmek iki suretle yorumlanabilirdi. Birincisi, tutulan işte ümitsizliğe düşmüş olmak; ikincisi, tutulan işin mesuliyetinin ağırlığına tahammül edememek.

Hakikaten bu gibi yanlış zehaplar hem mukaddes maksadı zarara uğratabilir, hem de bu maksat etrafında top­lanan kuvvetleri dağıtırdı. Dolayısıyla arkadaşlarımın samimiyetine, milletimin azim ve imanına ve düşmanlarımızı er geç aczi itirafa mecbur edeceği hakkındaki kati kanaatime ve Allah'ın yardımına dayanarak eskisi gibi sonuna kadar milli mücahedemizin şahsıma yüklediği namus ve vicdan vazifesini yerine getirmekte devama karar verdim. Ve artık genel harekâtın kanuni bir şekilde yürütülmesine başlamak gününün daha ziyade ertelenmeye de müsaadesi kalmadığından, 1920 senesi Nisan'ının 23. günü Meclis'in açılması münasip görüldü.

İşte 23 Nisan Cuma günü, öğleden sonra takriben saat ikide Meclis binasının ka­pısından girerken, günlerden ve gecelerden beri bütün mevcudiyetimi işgal eden bu fikirlere ve hislere boğulmuş bulunuyordum. İçeriye girip Meclis salonunu dolduran milletvekillerinin emniyetli ve itimatlı bakışlarla bana dönmüş olduklarını gördüğüm zaman, teşebbüslerimizin milletin emellerine tamamen uygunluğunu bir kere daha id­rak ettim. Ve artık benimle fikir ve emelde müşterek milletin fikir ve emelini tama­men temsil eden bu kadar arkadaşla beraber çalışacağımdan dolayı büyük bir bahti­yarlık hisseyledim.

Hulki Cevizoğlu: Anadolu Direnişi ya da milli mücadele düşüncesinin zihninizdeki ilk oluşma evresini de lütfeder misiniz?

HÜRRİYET VE BAĞIMSIZLIK BENİM KARAKTERİMDİR!

Mustafa Kemal: Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadı­mın en kıymetli miraslarından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım. Ço­cukluğumdan bugüne kadar ailevi, özel ve resmi hayatimin her safhasına yakından vâkıf olanlarca bu aşkım malumdur. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi, mutlak o milletin hürriyet ve bağımsızlığı­na sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara çok ehemmiyet veri­rim ve bu vasıfların kendimde mevcudiyetini iddia edebilmek için, milletimin de ay­nı vasıfları taşımasını esas şart bilirim.

Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirdiği takdirde, insanlığı teşkil eden millet­lerden her biriyle medeniyet gereklerinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen her­hangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım.

KIRILMASI ZOR, KALIN ZİNCİRLERLE BAĞLIYDIK

Hulki Cevizoğlu: Ortada bu kadar belirti ve kanıt varken hükümet ne yapıyordu?

Mustafa Kemal: Bu hakikate, herkesin gözü önünde cereyan eden bu tecavüzlere ve tahriklere kar­şı koca İstanbul içinde padişahından, hükümet ricalinden, kumandanlarından, subay­larından en son neferine kadar bir buçuk milyon can, toplu, tüfenkli, zırhlı, kırılma­sı müşkül ve kalın zincirlerle sımsıkı bağlandıklarını anlamaksızın, şaşkınlık ve te­vekkül içinde duruyordu.

Hulki Cevizoğlu: Ya siz?

Mustafa Kemal: Ben de bu zincirle kuşatılmış ve kendime hemdert aramak­la meşgul idim.

O şaşkınlık ve tevekkül içindeki kütleler içinde zaman zaman müte­şebbis görünen insanlar fark ediyordum. Bunlar fenalığı genel olarak hissediyorlar ve ona çare bulmak istiyorlardı. Fakat dayanak noktalarını yine İstanbul surlarının için­deki kütlede aradıklarını görüyordum. Sayısız programlar ve bu programların etra­fında esaret zincirine vurulmuş olduklarının farkında bulunmayan yine o insanlar, zümreler, fırkalar, cemiyetler, gruplar... Bütün bu teşekküllerin istikameti benim ruhumdaki tecelli ile tamamen tezat teşkil ediyordu. Çünkü bu teşekküllerin hiçbirinde söz konusu olan davanın hakiki mahiyetini idrak etmiş olmak isabetini göremiyordum.

En aydın sayılan insanların manda tutkunluğu ile adeta milletin bağımsızlık ru­hunu yıkmak için gafilane bir çalışma ve devamlı çaba içinde çırpındıklarını hayretle görüyordum.

Ben artık şu noktalan gayet açık değerlendirebilirdim: Düşmanlar bağımsızlığımızı imhaya karar vermişlerdir; bu gerçeği millet henüz tamamıyla keşfetmemiştir. Çünkü İstanbul karanlık sisler içinde boğulmuştur. Oradaki zekâlar, oradaki vicdanlar bir taraftan doğrudan doğruya düşmanın baskısı, diğer taraftan do­laylı olarak düşmanın aldatmasıyla bunalmış ve bunaltılmış bir halde idi. Hiçbir kud­ret bu muhit içinde, gerçek duruma göre doğru hedef göstermeyi başaramaz ve hedefe milleti yöneltmek için kuvvetli bir dayanak zemini bulamazdı.

DİRENİŞ VE SAVUNMA İÇİN SARSILMAZ KARARIMI VERDİM

Hemen hareket günü idi ki, İzmir'i haydutçasına işgal etmek suretiyle millete büyük bir suikast misali vermiş oldular.

Artık sarsılmaz bir surette kararımı vermiştim: Anadolu'ya gideceğim; derhal bütün salahiyet ve vasıtalarımla milleti halin hakikatinden haberdar edeceğim ve milli bağımsızlığımıza vurulmak istenen darbeye karşı mukavemet ve müdafaa vasıtalarını hazırlamaya çalışacağım.

Erkânıharbiyei Umumiye'de (Genelkurmay Başkanlığı'nda) vicdanlarına emin olduğum reislere maksadımı anlattım ve icraatımın zorluğa uğratılmaması için mümkün olan yardımlarını rica ettim.

Vapura binmeden evvel Babıâli'ye uğradığım zaman, Yunanlıların bu tecavüzünü gaflet içinde haber alan Bakanlar Kurulu toplantı halinde bulu­nuyordu. Benim gelişimden haberdar oldukları zaman müzakerelerini tatil ederek bir kısmı yanıma geldi:

"Ne yapalım?" dediler.

"Kahramanlık gösteriniz!" dedim.

"Bunu burada nasıl yapabiliriz?" dediler, yine:

"Burada yapabildiğiniz kadarını yaptıktan sonra devam edebilmek için benim yanıma gelirsiniz" cevabını vererek ayrıldım.

MİLLETİN EĞİLİMİ, MÜCADELEDE TEREDDÜT EDENLERİ UTANDIRACAK KADAR YÜCEYDİ!

Hulki Cevizoğlu: Samsun'a ayak bastığınızda ilk yaptığınız şey ne oldu?

Mustafa Kemal: Samsun'a ayak bastıktan sonra derhal memleket ve milleti yokladım; gördüm ki, memleketin ve milletin eğilimleri, bağımsızlık müdafaasında tereddüt edenleri utan­dıracak mevkide bırakabilecek yüce bir mahiyettedir. Hakikaten iki seneden beri bü­tün dünyanın şahit olduğu vakalar ve hadiseler düşüncelerimde isabet ve milletin azim ve imanında hakiki sağlamlık olduğunu ispat etti. Bundan dolayı cidden iftihar etmekteyim.

MİLLİ TARİHİN BAŞLANGICI

Mustafa Kemal Atatürk, TBMM'nin kuruluşunun 2. yılında da önemli açıklamalar yaptı.

Hulki Cevizoğlu: Bugün Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunun 2. yıldönümü. Bunun manasını bir kez daha açıklar mısınız?

Mustafa Kemal: 23 Nisan günü, Türkiya milli tarihinin başlangıcı, yeni bir dönüm noktasıdır.

Bütün bir düşmanlık dünyasına karşı kıyam eden Türkiya halkının Türkiya Bü­yük Millet Meclisi'ni vücuda getirmek ve onun etrafına toplanarak en hukuki mana­sında milli bir hükümet kurmak hususunda gösterdiği harikayı ifade eder.

(Yeniçağ, 23.04.2019, Salı)

 

Yazarın Diğer Yazıları