30 Ağustos ne getirdi?

30 Ağustos ne getirdi?

Afganistan''da Taliban hâkimiyetinin ne getireceğini ve ne götüreceğini hesap edenler, "Atatürk", "Türkiye", "Cumhuriyet" sözlerini daha çok dillendirir oldular.

Taliban''ın gelişinden sonra Afganistan''a geçerek olup bitenleri ileten Habertürk programcısı Mehmet Akif Ersoy''un Halk TV''ye bağlandığında söylediklerini dinlediniz mi? Peşin hükümsüz konuştu:

"Biz çok şükür Türkiye Cumhuriyeti''nde yaşıyoruz. Burada, bu tür yerlerde insan bunu 100 kere daha düşünüyor. Atatürk döneminde çok çok önemli şeyler başarılmış diyorsunuz. Diyorsunuz ki bu memlekette çok önemli şeyler yapılmış, millî bir devlet kurmak bir millî ordu kurmak, böyle bir şey inşa etmek. Bunu ''rağmen'' yapabilmek..." 

Mehmet Akif, programdaki diğer gazetecilere çok ama çok anlamlı bir söz etti: "Ben Türkiye''ye geldiğimde iyi hissedeceğim. Siz onu hissedemeyeceksiniz hiçbir zaman çünkü çok iyisiniz."

Ben de eski komünist yönetimlerden yeni silkinmiş ülkelerde, diktatörlüklerde, "şeriat"la (Ne demekse artık... Herkese göre değişiyor.) yönetilen ülkelerde bulundum. Türkiye''ye her dönüşümde toprağı öpesim geldi.

Osmanlı üzerinde çalıştık. Yayınlarımız var. Osmanlı''da şer''î nizamdan bahsedilir, değil mi? Taliban ve gibilerine bakınca yüzyıllar öncesine gidiyor ve kıyaslıyorsunuz... Taliban ve "şeriat"la yönetildiği söylenen diğer ülkeler Osmanlı''nın şer''î nizamda Müslim ve gayrimüslimlere tanınan hakların yanından bile geçemezler. Abdülhamit''in bankeri Yorgo Zarifi ile aynı adı taşıyan torununun hatıralarından bahsettim. "Bizans" hayaliyle içi kavruluyor. "Konstantinopolis" onun için her şey. Ne diyor biliyor musunuz:

"Teokratik bir devlet olan Türk Devleti, egemenliği altında yaşayan halkların iç işlerine karışmazdı; zira onların dini, kendi dininden tama­men farklıydı. Böylece başka dinden olanlarla ilişkileri sadece ekono­mik amaçlıydı ve en büyük amacı vergileri toplamaktı. İhtiyaçları art­tığında, devlet insanlardan normal meblağın iki, hatta üç katını talep etmekten çekinmezdi. Her ne kadar ağır olursa olsun, denetimi bura­da sona eriyordu. Konstantinupoli''nin fethinden hemen sonra Türk­ler, her ırkı kendi iç işlerini özgürce düzenlemesi için serbest bırakmış, yani hükmettikleri her halka bir noktaya kadar özerklik tanımışlardı." (Yorgo L. Zarifi, Hatıralarım-Kaybolan Bir Dünya İstanbul 1800-1920, s. 29) 

Hiç aklımızdan çıkarmayalım... "Cumhuriyet"e ve getirdiklerine, Osmanlı''dan süzülen ışıkların aydınlığında yürünerek ulaşılmıştır.

Daha öncesine, Selçuklu''ya gideceğiz. Adına laiklik deyin, başka bir şey deyin, ne derseniz deyin, din ve devlet işlerini ayıran Selçuklu Türkleridir.

Selçuklu Sultanı Tuğrul, 23 Ocak 1058''de, Bağdat''a Abbasî Halifesi Kaim Biemrillah''la bir antlaşmaya varmıştır. Din işlerini halife, devlet işlerini sultan yürütecektir. Sonra diğer sultanlar ve halifeler de bu antlaşmaya uymuşlardır.

Eski seyyahların kitaplarını incelediniz mi? Meselâ İbn Battûta, Türk ülkelerinde kadınların yerinden, haklarından, yönetimlerinden bahseder.

Yeri gelmişken bir daha yazayım... Müslümanlıktan önce Türklerde kadın hüküm verme mevkisindeydi. Bir başka Türk ülkesinde, bir akademisyen bana bir sikke göstermişti. Sikkede iki baş vardı: Bir kadın, bir erkek. Hükümdar ve karısı. Bu görüntünün, yine vurgulayalım, birilerinin kendilerine göre yorumladıkları Kur''ân''a göre değil, asıl Kur''ân''a uyularak İslâmî döneme aksetmeyeceğini düşünebilir miyiz?!

30 Ağustos 1922''de büyük bir zafere imza attık. Bu zaferin ne getirdiğine gireceğiz. (Yarın.)

 

Yazarın Diğer Yazıları