301 canı unutan, vatanı da unutur!

Kalıplaşmış bazı davranış şekillerimiz var; çabuk heyecanlanıyor, çabuk kızıyor ve ne yazık ki çabuk unutuyoruz.

Belki de unutmamız gerekiyor. Çünkü sorgulamamız, üzerine gitmemiz birilerini rahatsız edebilir, hakkımızda olmadık iftiralar, davalar, yasa dışı girişimler olabilir!

Çocuk kaçırma olaylarına ve sonrasında ortaya çıkan vahşete ilişkin tepkilerimize bakalım. "İdam edelim, asalım, keselim..." ama sonra bir bakmışsınız bu mesajları atanlar büyük doğum günü partilerinde göbek atıyor. Saatler içinde unutuluyor!

Burada kanaat önderlerinin, medyanın, siyasetin büyük sorumluluğu var. Çalışmak, olayların üzerine gitmek, çabalamak kimsenin işine gelmiyor!

***

Soma olayını hatırlar mısınız?

Her gün kaç cenaze gelecek, ölü sayısı kaça çıkacak diye değerlendirmeler yapılıyordu. İşçilerin cansız bedenlerine bile günler sonra ulaşılabilmişti. Tarihimizin en büyük facialarından biriydi.

O günlerde şu diyaloğu hiç unutamadım:

Gazeteci: "Sayın Bakan, içeride kaç işçi kalmış olabilir, ölü sayısı artabilir mi?"

Bakan: "299-300 maksimum 302 işçi kardeşimizi kaybetmiş olarak kapatırız."

Sanki yazar kasadan gün sonu alıyordu.

İhmaller zinciri yüzünden yüzlerce insan hayatını kaybetmişti, aileler perişandı.

Toplum infial halindeydi. Sosyal medya hesabı olup da Soma paylaşımı yapmayan kalmamıştı.

Gönüllü insanlar bölgeye gidip ailelere destek olmaya çalışıyordu.

Manzara korkunçtu, 301 işçi madende hayatını kaybetmişti.

Soma'ya gelen siyasetçilerin yaptığı açıklamaları ve aldıkları tepkileri biliyorsunuz.

Tüm bunlar olmamış gibi yine Soma'yı hedef seçtiler. Cebini doldurmak isteyenlerin hedefinde Soma'nın Yırca Köyü vardı...

Garibanın çilesi bitmiyordu.

Asırlık zeytin ağaçlarını hukuksuz, yasalara aykırı ve mahkemenin durdurma kararı olmasına rağmen "termik santral" adı altında söktüler, kopardılar, kestiler.

Zeytin arazilerinin tapulu sahipleri, ihaleyi alan firmanın özel güvenlikçileri tarafından yerlerde sürüklendi.

Geriye bir enkaz bıraktılar. Binbir emekle, on yıllar boyunca yetişen zeytin ağaçlarının birçoğu yok edilmişti, tam 7 bin ağaç artık kullanılamaz haldeydi.

***

Bu arada Soma'daki maden faciasının üzerinden tam 4 yıl 3 ay geçti. Mahkeme nihayet kararını verdi.

Türk medyasında doğru düzgün bir haberini göremedik, sosyal medyanın da olaylardan pek haberi yoktu.

Elimden geldiğince köşe yazarlarının tamamını taradım, Soma faciasının karar duruşmasını değerlendiren içeriklere rastlayamadım.

Peki siyasiler, genel başkanlar, sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri? Hiçbirisi yoktu...

"Erdoğan konuşsa da twitter üzerinden eleştiri yapsam" diyen "popülist muhalifler" de ortada yoktu.

Kamuoyunun yakından tanıdığı isimlerden sadece Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve CHP Milletvekili Özgür Özel karar duruşmasına katılmıştı.

Karar açıklandı, en yüksek ceza 15 yıldı. Soma Holding Başkanı bile beraat aldı.

Karar hiç kimseyi tatmin etmedi, aileler isyan etti.

Feyzioğlu'nun karar sonrası değerlendirmesi oldukça dikkat çekiciydi, "İddianame, 'kasten adam öldürmek'tendi. Yeni savcı tarafından verilen esas hakkında mütalaa ise 'taksirle adam öldürmek' diye hafifletildi. Mahkeme de 'kasten adam öldürmek'ten ceza vermedi. Eğer 'kasten adam öldürmek'ten ceza verseydi, ölen 301 kişi için ayrı ayrı adam öldürme cezaları verilip, hepsi toplanacaktı. Fakat 'taksirle adam öldürmek'ten ceza verildiğinde tek ceza veriliyor. Taksir diye baktığınızda, peki ama burada taksir olamayacak kadar ağır kusurlar var. Bir otobüs kazasında 15 kişi ölseydi de bu ceza çıkardı. 301 kişinin ölümü bir katliam. Katliamın karşılığı bir cezanın çıkmadığını düşünüyoruz. Bizim vicdanımız huzursuz, rahatsız. Hukuka dair bildiklerimiz uygulanmadı."

***

Bu bir siyasi taraftarlık meselesi değildir.

Ama Türkiye'de ne mümkün. Ne iktidarı ne muhalefeti ne medyası hiçbiri ortalarda yok!

301 can nasıl yalnız gittiyse, karar sonrasında da 301 canın aileleri yine yalnızdı.

Faciada hayatını kaybeden maden işçisi Ali Kavas'ın eşi Gülten Kavas'ın mahkemedeki feryadı hiçbir yerde yayınlanmadı. Kavas'ın sözleri her şeyi özetliyordu aslında:

"Yeter ya yeter. 4 seneden beri yeter ya. Dün benim çocuğum babasının fotoğrafına bakarak 'sana dondurma alayım mı?' diyor. Okumuş ama adam olamamış, baba olamamış, evlat yetiştirememiş anası, vicdanlı yetiştirememiş. 301'in evladı vardı, anası vardı, eşi vardı. Niye bakıyorsun, niye gülüyorsun, Allah belanızı versin! Siz de babasınız! Evlatlarınız doymasın size, bizim evlatlarımız gibi! Sizin evlatlarınız da yetim kalsın! Ölsem de bu davanın peşindeyim, iki yetim çocuğumun hakkını arayacağım. Allah'ın huzurunda da gülün göreyim sizi!"

İnsana değer vermeyi öğrenip, korkmadan gerçekleri haykırmayı başardığımız gün, umut var demektir.

Bu "umut" yegâne kurtuluş anahtarıdır.

O yüzden haksızlıklar, yitip giden canlar karşısında "susmayalım" ve inandığımız değerlerden vazgeçmeyelim. Hiçbir makam, hiçbir güç, hiçbir para; doğrunun, haklının yanında olmak için engel değildir.

Yazarın Diğer Yazıları