80 yılda nereden nereye geldik?

Sayın okurlarım, bugün sizleri yeteneksiz yöneticilerimizin uygulamalarından ve içinde yaşadığımız bunalımlı günlerden kurtarmak amacı ile, bizim neslin yaşadığı eski mutlu günlere götürmek ve genç Cumhuriyetimizin 60-70 yılda nasıl ve nerden nereye geldiğini bilgilerinize sunmak istiyorum.
Memleketimizin yetiştirdiği seçkin iş adamlarından rahmetli Sakıp Sabancı’nın  “Benim babam hamaldı” dediği gibi, ben de sizlere “Benim babam Ankara’nın Balâ yolundaki Yavrucuk Köyü’nün çiftçisiydi” diyerek, bugün geldiğimiz yeri ve tekâmül çizgisini gözler önüne sererek sizlere moral vermek ve bunalımlı dönemimizi sonlamak istiyorum.
1940’lı yıllarda, Ödemiş ovasının zeybeği rahmetli Şükrü Saraçoğlu Başbakanımız oldu ve “Türküz, Türkçüyüz ve Türkçü kalacağız” diye haykırdı. Bizler de, “Erzurum’un dadaşı, doğunun sınır taşı. Efesi var Aydın’ın, eğilmez Türk’ün başı.” diyerek cevap verirdik.
Uzak değil yetmiş seksen yıl önce genç Cumhuriyetimiz’in başşehri Ankara’nın ortasındaki evimizin su ihtiyacını, taşıyarak karşıladığımız “mahalle çeşmemizi” her işimizi gören “Öküz arabalarımızı” bağ evlerine gidip geldiğimiz “bakımlı eşeğimizi”  en ucuz yakıtımızın sığır dışkısından imal edilmiş “Tezek” olduğunu, Zonguldak’tan gelen “Taşkömürü”nün en lüks yakıt olup bir aylık işçi ücreti karşılığı temin edilebildiğini hatırlıyorum. Kalın sigara kutusu kapaklarını üst üste koyarak ayakkabımızın altındaki deliği kapattığımızı, yaz aylarında zehirli sıtmaya yakalandığımda asfalt yolun kenarında yattığımı, çarşamba günleri bedava kinin dağıtacak “Sıtma-Savaş” görevlisi kuyruğundaki bekleyişimi, karne ile ekmek aldığımızı, adına “tahta kurusu” dediğimiz uyku kaçıran böceği unutamıyorum. Ailemden rahmetli annem ve babam dahil olmak üzere hiç kimsenin okur yazar olmadığını imza yerine amcalarımın, halalarımın, dayı ve teyzelerimin mühür kullandıklarını biliyorum. İşte yetmiş-seksen yıl önceki şehir hayatımızın ve hükümet merkezimizin fotoğrafı. Bu görüntüyü hepimiz kendi hayatımıza uyguladığımızda küçük farklılıklarla aynı neticeye varacağımıza eminim.
Genç yaşta Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünde on yıl memur olarak görev yaptım. 1960 yılından sonra da onsekiz yıl, Konya-Ankara ve İstanbul şehirlerimizin “Gençlik ve Spor İl Müdürü” olarak görevde bulundum ve emekli oldum. “Halka Açık Spor Parkı” ve “Yaz Spor Okulları” uygulamalarını yurdumuzda ilk başlatan Bölge Müdürü olarak ödüllendirildim.
Büyük kızım eczacı, iki oğlum da tekstil dalında işyeri sahibi oldular. En küçük kızım da Ankara Konservatuvarı’nın tiyatro bölümünü bitirerek yurdumuzun en başarılı tiyatro sanatçılarından birisi oldu ve yuvasını ödülleri ile doldurdu. Seksen yıl önce Ankara’da öküz güderek çiftçilik yapan köylünün torunu Sumru Yavrucuk oldu.
80 yıl önce, imzasını atmayı bilenin bulunmadığı ailemde, bugün her daldan iş gücü sahibi yönetici insanlar var. Beş torunumdan ikisi yuva sahibi oldu.
Aynı şekilde Edirne’den Kars’a kadar bütün Cumhuriyetimizin insanlarında bu örneklere artık fazlası ile rastlamak mümkündür.
Netice; 80 yılda nereden nereye geldik? Bu aşamayı yapan ikinci millet dünyada yoktur.
Şimdi kendi şeref madalyamızı boynumuza geçirerek, dünyada hiçbir topluluğun başaramadığı yükselişi seksen yılda başardığımızın gururunu yaşayalım ve bizi bu günlere ulaştıran Ulu Tanrımıza, dünyada eşi pek az bulunan güneş ve denizimize, aziz Vatan toprağımıza, bu günleri bize hazırlayan büyüklerimize ve bizden önce emeği geçenlere, aziz Gazi ve Şehitlerimize, Türk annelerine, bizi her türlü tehlikeden koruyan Şanlı Ordumuza şükranlarımızı sunalım.
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları