9-11 İmparatorluğu

Neo-Con’ların (ABD’li yeni muhafazakarlar) en önemli fikir babalarından Yahudi kökenli Alman göçmeni filozof ve siyaset bilimci Leo Strauss, kendi geliştirdiği ve bugünkü Bush yönetiminin “ruhu” nu yansıtan politika felsefesiyle ilgili kitabında şöyle yazar:

“Politika felsefesi eski Atina’da günışığına çıkmasından itibaren, anlamı va anlamlı karakteri daima anlaşılır olmuştur; bugün de aynı açıklığa sahiptir: dünyadaki her politik eylem ya muhafaza etmeyi ya da değiştirmeyi amaçlar.”

Strauss’un üniversiteden öğrencileri Troçkist inançlılar, yani Paul Wolfowitz ve İrving Kristol gibi isimler başta olmak üzere, Amerikan imparatorluğu’nun küresel geleceğine yön vermeye çalışanlar, politik felsefelerini tıpkı Marx ve Troçki gibi, ABD’nin dünyayı siyasal bağlamda değiştirmesi üzerine kurmuşlardır. Nietsche üzerine yazılarında Strauss, onun üstün-insan kavramını yorumlarken, “Üstün-insan Kudüs ile Atina’yı en yüksek düzeyde kendisinde birleştirmek üzere tasarlanmıştır” diye yazar. Kudüs ve Atina’nın birleşmesi, dünya egemenliğinin alanını Hitler ve benzerlerine bırakmamak için gerçekleşmelidir.

Strauss’dan Troçki’ye, Yahudi Mesihyanizmi’nden Anglo-Saxon emperyalist stratejinin derinliklerine indirdiğimizde, 11 Eylül terör saldırısı Amerikan üniversiteleriyle Pentagon’a, saf ama hırslı senatörlerin dünyasından Beyaz Saray’a dek serpilip geliştiğinde, “muhafaza ederek dünyayı değiştirmek” üzerine oluşturulmuş bu teori pratiğe dönüşmeye başlayacaktı.

Böylece yeni değil ama dünya hegemonyası idealini gerçekleştirme umuduyla silaha sarılan bu 9-11 imparatorluğu, terörizme karşı önleyici savaş taktiğiyle, Afganistan ve Irak işgallerini gerçekleştirdi. Ne var ki küresel imparatorluğa karşı özellikle İslam dünyası başta olmak üzere küresel direniş ortaya çıkmaya başlayacaktı. El Kaide’nin sınırları belirsiz ama dünyanın her yerinde etkinliğini sürdüren küresel bir devlet haline gelmesi; Afganistan’da Taliban’ın yeniden tehdit öğesine dönüşmesi; Pakistan’da İslam devrimi tehdidi; Rusya ve Çin’in ABD’ye karşı kurdukları Avrasya ittifakı’nın Asya ulusları için kötünün iyisi bir çekim merkezine dönüşmesi... bütün bu olgular hem Bush hem de Bush sonrası Amerikan yönetimlerini küresel stratejik bir kararla karşı karşıya bırakmış durumda. Büyük Satranç Tahtası’nın yazarı Brezezinski’nin son kitabında sergilediği tarihsel seçenek: Amerika ya küresel egemenlik ya da küresel liderlik arasında bir seçim yapmak zorunda. Küresel egemenlik, Neo-con felsefesinin dünyayı değiştirmek için savaşmak ilkesinden geri çekiliş anlamına geliyor: Küresel liderlik ise varlığını muhafaza ederek dünya egemenliğinin kalbi, merkezi Avrasya’dan başlayarak dünyanın denetimini kendine yakın devletlerle stratejik işbirliği yoluyla sürdürmeye çalışarak, savaş yerine diplomasi ve gizli operasyonları, ekonomik savaşı hedefliyor. Böylece Bush sonrası ABD, Strauss’un karşıt kavramlar olarak koyduğu muhafaza etmek yerine değiştirmek, değiştirmek yerine muhafaza etmek diyalektiği arasında belirsiz bir geleceğe doğru giderken “evrensel iktidarı nasıl sürdürürüm” diye düşünüyor.

Bu nedenle İran üzerine verilecek karar, işte bu ikilemin bir şekilde çözümlenmesi anlamına gelecek. Önümüzdeki aylar ve 2008 yılı, dünya tarihinin olağanüstü önemli kavşaklarından geçtiğimiz yıl olacak ve bir anlamda insan tarihinin alınyazısına yön verecek.
İngiliz gazeteci Robert Fisk, Bağdat’ın ABD ordusunca ele geçirilmesinden sonra şunları yazmıştı:
“Gerçek ve korkunç hikaye işte şimdi başlıyor. Görev burada Bağdat’ta başlıyor ama burada bitmeyecek.”

Yazarın Diğer Yazıları