AB düşmanlığı mı?

Kimse hakkında yüz yüze gelip görüşlerini almadan veya kendi yazdıklarına bakmadan, başkalarının değerlendirmeleri ile o kişi hakkında bir kanaate varmamayı yeğlemiş bir kişiyim. Sayın Hasan Cemal’in 17 Kasım tarihli yazısını hayretle okudum. Sayın Hasan Cemal de, bazıları gibi, beni “başlıca hedefi Türkiye’nin AB ilişkilerini torpillemek” olan bir kişi olarak değerlendirmiş! Meğer Ankara’da bu hedefi güden “asker-sivil Denktaşgiller” varmış! Tezgah kurmuşuz bu hedef için! Bu konuda başkaları ne demiş, ne yapmış beni ilgilendirmez. Beni ilgilendiren Annan Planı’nı ret etmenin nedenleridir.

Lahey’de Annan Planının müzakeresine devam talebinde bulundum. Planın o raddede kabulü mümkün değildi. Türkiye’nin plana evet dediğimiz takdirde AB kapılarının açılacağı yönünde bir sözü de olmamıştı. Plan, bizi Rum ile birleştiriyor ve 1960 Antlaşmaları sanki yokmuş gibi, Türkiye AB üyesi olmadan Kıbrıs’ı AB üyesi yapıyordu. AB üyesi bir Kıbrıs’ta Türk askeri bulunamaz, Türkiye’nin müdahale hakkı olamazdı. Diğer aleyhimize olan konulara burada girmek gereği yoktur. Papadopullos, hem müzakereye devam için erteleme istiyordu, hem de, o gün derhal Türkiye’nin varılacak sonucu kabul edip uygulayacağı konusunda garanti vermesini istiyordu. Buna rağmen o safhada Annan Planına evet demeyen sanki sadece benmişim gibi ben suçlandım.
Benim AB-Türkiye ilişkilerini torpillemek gibi bir düşüncem olmamıştır. Ben her düşünür gibi AB’nin Türkiye’yi tam üye yapmamak için Kıbrıs meselesini ahlâksızca kullandığını, Türkiye’nin önüne devamlı surette yeni şartlar çıkardığını görüyor ve bunları eleştiriyordum. Hele iş “Atatürk ilkelerinden vazgeçiniz, bu ilkeler AB normlarına uymaz” noktasına gelince ve hem AB’de hem de ABD’de sevr anlaşmasının haritası dolaştırılmaya başlayınca AB’nin Türkiye hakkında ne düşündüğü tamamen eşit olmuştu.

Ben ta başlangıçtan açıkça Annan Planının tadili üzerinde durduğum için hiçbir safhada bu planı kabul edecek duruma gelmemiştim ve Türk hükümeti de bunu bilmekteydi. Dolayısı ile odamda askerle konuşabileceğim kriptolu telefonun bulunması veya Sayın Aytaç Yalman’ın beni bu konuda etkilemesi bahis konusu olamaz. Ben, 1960 Antlaşmalarında Türkiye’ye verilmiş olan Türk-Yunan dengesinin bir gereği olarak Kıbrıs’ın, Türkiye’nin de üye olmadığı AB’ye, Türkiye’den önce üye olmasını kabul edemezdim. Türk Hükümeti bunu önemseyecekseydi de, bu temel ilkeyi bozmak görevini kabul edemezdim. Sayın Talat’ın bahsettiği toplantıda benden istenen Annan Planını müzakereye devamdı. Lahey’de benden istenen Annan Planına imzamı atmaktı. Ben bugün bile Annan Planını kabul etmenin bizi felakete götüreceğine inandığıma göre Lahey’de planın müzakeresini istemekle bir hata işlediğimi kabu edemem. Rum tarafının planı kabul edeceği konusunda kandırılmış olan başta Lord Hannay, beni görüşmelerden ekarte ettirmek için, suçu bana yükleyerek görüşmelerin devamına gerek yok diyerek, süreci sona erdirmiştir. Şimdi tüm sorumlular kandırıldıklarını ve acele etmekle de hata ettiklerini söylemektedirler.
Kıbrıs meselesinin müzakere edilmemiş bir yönü yoktur. Dolayısı ile taktiksel yaklaşımlarla kendimizi “uzlaşmadan yana iyi, uyumlu taraf” olarak gösterme gayretine önem vererek Kırmızı Çizgilerimizi açıklamanın cezasını çekmekteyiz. ABD’nin istemi üzerine Annan Planına Türkiye olumlu bakmış ve bize de evet dedirmekte azami rol oynamıştır. Sonuçta ayni Aksi “Türk tarafı Annan Planına Evet dediğine göre bundan böyle ayrımcılık, ayrı devlet istemeyecektir”; Türkiye bunları bu çizginin altında tutulma noktasına gelmiş bulunuyoruz.
Annan Planına evet diyenlerin çoğu bugün bana “sen haklıymışsın; bizi yanılttılar” demektedir. Ne yazık ki bu gün devam eden Talat-Hristofyas görüşmeleri bizi 1960 antlaşmalarından daha geriye götürmeyi öngörmektedir. ABD Müsteşar Yardımcısı Briza “Türkiye, önerilerini Rumların kabul edebilecek bir çizgiye çeksin” buyurmuştur ve görüşmeler tek halk, tek devlet çizgisinde devam ederken biz ve Türkiye hâlâ dünyaya Kırmızı Çizgimizi açıklamayıp, geçmişte suçlu arayıp, “biz Annan Planına evet diyen uysal çocuklarız” edebiyatı ile yetiniyoruz. Allah İnşallah yardımcı olur da bu teslimiyet tünelinden bir çıkış yolu buluruz.

Yazarın Diğer Yazıları