AB ile ilişkiler

AB, Rum idaresinin müracaatını kabul ederek, on yıllarca insan hakları, hukukun üstünlüğü, uluslararası antlaşmaların geçerliliği, demokrasi konularında kavgalı, ikiye bölünmüş bir ülkeyi üye yapmakla hata yaptığını kabul etmekte, fakat Kıbrıs Türk halkı ile Türkiye’yi bu hatayı meşrulaştırmaya davetten de vazgeçmemektedir. Üyesi addettiği “Kıbrıs” tan yana tavrını koymuş olan AB, Kıbrıs Türklerini “Kıbrıs” dediği eli kanlı, geçmişi bozuk Rum idaresinin gözü ile görmektedir. Bu görüşe göre “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin halkı Kıbrıslılardır ve bu Kıbrıslıların seçmiş oldukları meşru bir hükümet vardır. Bu hükümet Rumların idaresindedir ve ada işgal altında olduğu için bu ‘meşru hükümet’egemenliğini işgal altındaki Kuzey Kıbrıs’a yayamıyor ve Kuzey’de yaşayan Kıbrıslılar da işgal altında yaşamaktadırlar; bunların çoğu Güney’deki Kıbrıslılarla birleşmek ve bütünleşmek istemektedirler ancak işgalciler buna engel olmaktadır”.
Durumu böyle gören ve değerlendiren AB yetkilileri “Kıbrıslıların” işgalden kurtulup adanın birleşip bütünleşmesi için yardımcı olmak için çalışmaktadırlar. Bu maksatla Kuzey’e de yaptıkları ziyaretlerde Kıbrıs Türk halkının seçtiği makamları tanımamakta, onları “azınlık cemaatinin” seçtiği temsilciler olarak algılamakta ve bu ziyaretlerde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti makamlarına “Sakın ola bize devletimiz var deyip, bayrak, sancak veya devleti simgeleyen amblem göstermeyin” diyebilmektedirler. Rum tarafı, AB’nin Kıbrıs meselesinde aktif rol oynamasından yanadır; Türk tarafı buna itiraz ediyor, ancak “Maddi yardım ve uzman yardımı konusunda varız” diyor. Bu tutumun AB’ye yıllardır takip ettiği yanlış yola devam için cesaret verdiğini kim, ne zaman anlayacak?
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti makamlarının kendilerini tanımayan, Rum idaresini meşru hükümet olarak kabul eden, Kıbrıs meselesinin 1974’te başlayan bir işgal meselesi olduğuna inanarak Türkiye’ye “Askerini çek, meşru hükümeti tanı” çağrısı yapan AB makamlarından bu şekilde yardım istemeleri ve bu yardım yapıldıkça AB’nin bizi Rum’a ram etme eylemini ve baskısını artıracağını düşünmemeleri üzücüdür. Kişiler bile kendilerini tanımayan, aşağılayan, haksızlık yapan bir kişiden veya makamdan yardım istemeyi düşünemedikleri, bunu bir zül addettikleri bir ortamda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti makamlarının AB ile “içli dışlı sarmısak başlı” ilişkilerini yadırgamamak mümkün değildir. Böyle bir alışverişte kişi kendisini aşağılayarak yardıma koşan tarafın kendisinden ne beklediğini de hesap etmek zorundadır. Bu konuda Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki hakları, 1960 Antlaşmaları’nın temelini oluşturan Lozan dengesi AB’yi ilgilendirmemektedir. “İşgal altında yaşayan azınlıktan” istenen uslu çocuk olması ve Hristofyas’ı üzmemesidir.
Sayın Talat’ın son açıklamalarından AB makamlarını “ayrı devlet, ayrı egemenlik” istemediği, “konfederasyon değil federasyonda kararlı olduğu” konusunda tatmin ettiği anlaşılmaktadır. Annan Planı’na evet demiş olan uslu çocuk, uslu çocuk olmaya devam edeceği garantisini vermiş oldu. O halde AB yetkililerinin Kuzey’e gelip “Kıbrıslıları birleştirip bütünleştirme” çabalarını yoğunlaştırmaları beklenebilir. “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımıyoruz; siz Kuzey’de işgal altında yaşayan azınlıksınız-tek halkın içinde yüzde yirmi bir topluluksunuz” diyen AB yetkililerini karşılamak için kırmızı halıları hazırlayalım.
Bu gidişat bizi teslimiyete götürmektedir. 1960 Antlaşmaları gibi Garantilenmiş bir ortaklığı yıkarak Kıbrıs’ın tümüne sahip çıktıkları inancında olan Rum tarafı ile yeniden ve bu kez Garantilerin kâğıt üzerinde kalacağı karma bir hayat özleyen federasyon âşıkları, birkaç yıl içinde dünya başlarına yıkıldığında kaçacak delik arayacaklar, fakat bulamayacaklardır. 1963-74 cinayetlerini yok farz ederek “Kıbrıs meselesi 1974’te başlayan bir işgal meselesidir” diyen ve bu sahte mesajı AB’ye de kabul ettirmiş olan Rum tarafı ile karşılıklı dostluğa, güvene, müşterek vizyona ve çıkara dayalı federasyon yapılamayacağını dam başımıza yıkıldığında öğrenmeye hiç niyetimiz yoktur. Tutulan yanlış yoldan dönmek için acele edilmelidir. Bu yol Anavatan Türkiye’nin milli görüşü ve çıkarları ile bağdaşmayan bir yoldur. Sayın Talat Ankara ile işbirliği içinde hareket ettiğini de söylemektedir. Halk geleceğine şüphe içinde bakmaktadır. AB ile “toplum temsilcilerinin” ilişkileri bu şüpheyi iyice artırmaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları