ABD tehditlerine direnen İran - 2

ABD tehditlerine direnen İran - 2
Müzakere arayışları ve ABD'nin uzlaşmaz tavrı

Körfez bölgesinde karşılıklı askeri hamleler ve pozisyon almalar sürerken iki ülkenin liderlerinden de müzakere isteklerinin yanı sıra meydan okuyan açıklamalar da geliyordu.

Trump, mayıs ayı ortalarında "İran savaş isterse bu İran'ın resmen sonu olur. Hiçbir zaman ABD'yi tehdit etme" ifadeleriyle İran'ı tehdit etmişti. Trump bu açıklamasından yaklaşık iki hafta önce ise İran yönetimine yeni bir anlaşma için görüşme çağrısında bulunmuştu. İran lideri Ayetullah Ali Hamaney de Trump'ın müzakere çağrısını, "ABD bugünkü tavrını sürdürdükçe müzakere zehirdir. Bugünkü ABD hükümetiyle yapılacak müzakere, iki kere zehirdir" ifadeleriyle reddetmişti.

ABD Başkanı Donald Trump'ın, ülkesini nükleer anlaşmadan çekmesinden sonra İran ile yeni bir anlaşma için müzakereye hazır olduğunu açıklamasını değerlendiren İran Dışişleri Bakanı Zarif, "Sözlerinden dönen kişilerle konuşmaya istekli değiliz. Hiçbir İranlıyı tehdit ederek bir yere varamazsın. Müzakerenin yolu saygıdan geçer, tehditlerden değil" diye konuşmuştu.

İran'ın ABD İHA'sını düşürmesinden sonra ise Trump İran ile savaş istemediğini fakat olası bir savaşta İran'ın "yok olmayla karşı karşıya kalacağını" söyledi. Trump, ABD'nin müzakerelere açık olduğunu fakat İran'ın nükleer silahlara kavuşmasına izin vermeyeceklerini söyledi. Trump, yaptırımların etkisini gösterdiğini ve yaptırım listesine yenilerini eklediklerini de söyledi.

ABD'NİN YAPTIRIM POLİTİKASININ İRAN'A ETKİSİ

ABD İran'ın nükleer programından vazgeçip nükleer silaha sahip olmasını engelleme adına gerektiğinde askeri müdahale seçeneğinin masada olduğunu hissettirip yaptırım silahını kullandı. En son 2015'deki anlaşma hükümleri gereğince yaptırımlardan tamamen çıkma aşamasına geldiğinde bu sefer Trump'ın ABD'yi tek taraflı olarak anlaşmadan çekmesiyle İran, yeniden yaptırımlara maruz kaldı. Anlaşmanın diğer imzacı ülkeleri ABD'nin yaptırım kararlarını desteklemeseler de uluslararası finans ve bankacılık uygulamalarını kontrol eden ABD'nin özellikle İran'ın petrol ihracatına yönelik yaptırım kararına Türkiye dahil uyulduğu görülüyor.

Ancak İranlılar ülkelerinin uzun vadede sürekli kriz halinde ve yaptırımlara maruz kalmasından yorgun düşmüş durumda. Temel malların fiyatları fırlamış, enflasyon artıyor. IMF, İran ekonomisinin üst üste ikinci yılda da küçüleceğini ve enflasyonun yüzde 40'ı görebileceğini öngörüyor.

İran'ın yaptırımların çok olumsuz etkilendiğini bizzat İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani açıkladı. Ruhani ülkesinin uluslararası yaptırımlar nedeniyle eşi benzeri görülmemiş bir baskıyla karşı karşıya olduğunu ve ekonominin 1980-88 arasındaki Irak savaşı döneminden daha kötü bir noktaya geldiğini belirtti ve "Savaş döneminde bankalarımız, petrol satışımız, ithalat ve ihracatımızla ilgili sorunumuz yoktu, yalnızca silah ambargosuna maruz kalmıştık" dedi.

İRAN NE İSTİYOR, ABD NE İSTİYOR? İSRAİL BU SENARYODA NEREDE?

ABD ile İran arasında nükleer kriz olarak bilinen bu süreçte taraflar ne istiyor? ABD terör destekçisi ülke olduğunu iddia ettiği İran'ın nükleer teknolojiye sahip olmasını ve bu teknolojiyle birlikte nükleer silaha sahip olmasını engellemek istiyor. İran'ın halihazırda sahip olduğu uzun menzilli füze kabiliyetlerini daha da artırması halinde bu füzelerin nükleer başlıklarla donatılıp Avrupa ve ABD'yi vuracağını iddia ediyor.

ABD aslında İran'ın nükleer teknolojiye sahip nükleer silah üretebilen ülkeler arasına yani nükleer kulübüne girmesini istemiyor. Böyle olduğunda İran'ın küresel bir güç haline dönüşmesinden endişe ediyor. Aslında bu endişe ABD'den çok İsrail'in duyduğu bir endişe.

ABD baş, İsrail boyun; Uluslararası ortamın işleyişini canlı bir organizmaya benzetmek mümkündür. Örneğin insan vücuduna benzetildiğinde sahip olduğu gücü politikaları ve uygulamalarına bakıldığında ABD baş ise İsrail boyun rolündedir. Beyin, göz kulak burun herşey baş üzerinde olmasına rağmen o başın istediğin yöne döndürülmesi istediği şeyi görmesini sağlayan boyundur. Bu bağlamda İsrail, kendi varlığına yönelik bir ve belki de tek tehdit gördüğü İran'ı sürekli olarak ABD'nin bir numaralı hedefi ve tehdidi olarak görmesini sağlamakta.

İşte bu nedenledir ki bütün Amerikan başkanlarının ulusal güvenlik stratejilerinde İsrail'in güvenliğini sağlaması en önemli görev, 1979 devriminden bu yana da İran bir numaralı tehdit olarak gösterilir.

İran ise nükleer enerjiye sahip olmasının hakkı olduğunu ve bunu barışçıl amaçlar için kullanacağını beyan ediyor.

Niyet okuyarak İran'ın nükleer silah üretip saldırı yapacağını söylemek ikircikli bir yaklaşımdır. Bölgede nükleer silaha sahip İsrail'e ses çıkarılmazken, yokmuş gibi muamele edilirken İran'ın hedefe oturtulması haksızlık ve iki yüzlü bir politikadır.

Günümüzde dünyadaki küresel mücadelenin ve çatışmaların temelinde enerji kaynaklarını paylaşımı yatmaktadır. Bilinen konvansiyonel enerji kaynaklarının sona erecek olması ülkeleri her ne kadar kullanımı küresel ve insani güvenlik için tehditler içerse de nükleer enerjiye sahip olmaya da itmektedir. Bu bağlamda enerjiye sahip olmak İran ve diğer ülkelerin de hakkıdır. Bu teknolojiye sahip olmadan mevcut nükleer güçlerin inisiyatifinde kalmak, onların kullanım iznine tabi olmak, onlar ne kadar verirse o kadarını kullanmak bölgesel ve küresel mücadelede geride kalmak, yenilgiyi kabul etmek anlamına gelmektedir.

NÜKLEER KRİZDE ABD VE İRAN'IN POLİTİKALARI NE?

ABD ve yanına aldığı Batılı ülkelerin İran'ın nükleer güç olmasını engellemeye yönelik politikası dört temel düzlemde gerçekleşiyor. Birincisi çevreleme, ikincisi yaptırımlar, üçüncüsü müzakereler, dördüncüsü ise İran karşıtı ittifaklar oluşturma.

ABD 11 Eylül olayları sonrasında Afganistan'ı işgal ettiğinde de aklında İran'ı çevrelemek vardı. Bu nedenledir ki Afganistan'a askeri müdahale, Pakistan'la iş birliğini de düşündüğümüzde aslında İran'ı doğudan çevrelemenin de bir hamlesi oldu.

ABD Irak'ı işgal ettiğinde de aklında İran vardı ve İran'ın batıdan çevrelenmesi ve Arap Yarımadası üzerinden Orta Doğu ile ilişkisini kesmek vardı.

IŞİD'le mücadele adı altında Irak ve Suriye'ye müdahalesinde de yine İran'ın bu ülkelerdeki nüfuz etkisini ve askeri varlığını ortadan kaldırmak, İran'ın Akdeniz kıyılarına ulaşmasını kesmek ABD'nin aklındaki temel hedeflerden biriydi.

Bu çevreleme stratejisiyle eş zamanlı olarak İran'ı içeride de zayıf düşürmek adına yaptırım stratejisi uzun yıllardır uygulamada.

Müzakere stratejisi İran'ın nükleer programdan vazgeçirmeye, vazgeçiremese de Batı'nın şartları ve kontrolü çerçevesinde sözde bir nükleer teknolojiye sahip olmasını hedefleyen, bunu da başaramasa bile müzakere yapıyor algısıyla İran'ın nükleer teknoloji çalışmalarını geciktirmenin hedeflendiği görülüyor.

ABD'nin İran'a karşı dördüncü stratejisi ise İran karşıtı ittifaklar oluşturarak İran'ın askeri gücünü kullanmasını ve hareket serbestisini engellemek. 2015 yılında ABD destekli Suudi Arabistan öncülüğünde oluşturulan İslam Ordusu, ki 2017 yılında Trump'ın Suudi Arabistan ziyaretinde bu husus yeniden teyit edilmiş, hatta bir adım ileri gidilerek Ortadoğu Güvenlik Teşkilatı oluşturulması kararı alınmıştı. Bunlardan farklı olarak bölgede zaten var olan Körfez İşbirliği Konseyi ve buna bağlı askeri yapılanmaları da bu ittifak oluşumlarına dahil etmek gerekir.

Aralarında diplomatik ilişki olmamasına rağmen Suudi Arabistan ile İsrail'in İran karşıtlığında stratejik iş birliğine girişmesi, bunu Arap-İsrail ittifakına dönüştürme gayretleri İran karşıtı ittifak hamlelerinden bir diğeridir. Yine ABD'nin Yüzyılın Barışı adı altında İsrail-Filistin sorununa çözüm projesinin hedefleri arasında İran'ın Akdeniz kıyılarındaki etkinliğini kırma buralara ulaşmasını engelleme de vardır.

Son olarak Basra Körfezi ve Umman Körfezi'nde tankerlerin korunması gerekçesiyle deniz gücü koalisyonu oluşturma girişimi de diğer bir İran karşıtı ittifak hamlesidir.

İran ise ABD ve Batı'nın bu hamlelerine karşı etrafında oluşan kuşatmayı kırma, muhtemelen bir çatışmanın ülke topraklarında yaşanmasını önleme adına mücadeleyi topraklarının dışında uzaklarda karşılamayı benimsemiş, bunda da kendi çıkarları doğrultusunda başarılı olmuştur. İran bunu yaparken vekalet stratejisini hayata geçirmiştir.

ABD'nin çevreleme stratejisine karşı İran Afganistan'da Irak'ta Suriye'de Yemen'de Lübnan'da, Filistin'de desteklediği yerel güçler üzerinden ABD ve Batı ile vekalet savaşları yürütmüştür. İran bunda da başarılı olmuştur. ABD'nin uzun yıllardır dört ayrı düzlemde sürdürdüğü İran karşıtı politikalara rağmen bugün İran'ın Yemen, Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin'de halen etkili konumda olduğu gerçektir. Bu ülkelerdeki gelişmeleri etkileyebilmekte zaman zaman yönlendirebilmektedir.

ABD-İran krizinde İran'ın en zayıf noktasını uzun yaptırımlar sonucunda ülkede oluşan ekonomik sıkıntıların halkta yarattığı etkilerdir.

YARIN: Krizin odak noktası Hürmüz Boğazı

İlgili Haberler