Adalet deyince

12 Ağustos 1949’da Dördüncü Cenevre Konvansiyonu imzalandı. 3. maddenin 1(d) paragrafı  “Mahkûmiyet ve kararın icrası, önceden, medeni dünyanın kabul ettiği garantileri sağlayan bir Adalet Divanı tarafından verilmedikçe geçersizdir”  der. 1215’te Magna Carta’dan itibaren kişinin insan hakları ile ilgili birçok uluslararası deklarasyon özellikle yargıda, adaletin tecellisi için kurallar içermektedir. Genel olarak bunlara baktığımızda bir yargı sürecinin adil olması için - yargıçların bağımsız olmaları, şeffaflık, mümkün olduğunca erken sonuç ve kişinin suçlu bulununcaya kadar masum olduğunun kabul edilmesi; bir avukat tarafından savunma hakkı, lehe şahit celbetmek, iddia makamının şahitlerini sorgulamak hakkı, ne ile suçlandığının duyurulması ve istinaf hakkı.
Bir devletin sağlıklı olup olmadığı yargıçlarının bağımsızlığı ve adaletin tevziinde yukarıdaki kriterlerin varlığı ile ölçülür.
Maksat, suçun tekrarını önlemek, karşı tarafı tazmin etmek, sulh ve sükûnu sağlamaktır. Adalet bunlar göz önünde tutularak, var olan yasalara göre uygulanır.
Suçluların takibi, yakalanması ve yargıya havalesi devletin başta gelen görevidir. Ancak bu görev icra edilirken kişinin, bir insan olarak haysiyetiyle oynanamaz. Vatandaşların huzuru korunacak diye, şüpheyle insanlar, yasadışı muameleye tabi tutulamaz. Tutuklulara baskı yapmak, zorla ifade almak, işkence yapmak kabul edilemez; bir itiraf elde etmek için, yargı kararı olmaksızın tutukluluğun uzatılması suçtur. Baskıyla elde edildiği saptanan itiraflar geçersiz addedilir.
Devlet ve devleti temsil eden savcı ve yargıç, tutuklu kişiyi her ne pahasına olursa olsun mahkûm ettirmek için uğraşmamalıdır. Mahkûmiyet adil kuralların sonucunda bağımsız yargıçların dinledikleri şahitlerin inanılırlığına dayanan kararlarına bağlıdır.
Adil bir mahkûmiyet, gerçeklerin tespitiyle ilgili yasanın doğru bir şekilde yorumlanarak uygulanmasıyla mümkündür.
Bir davada sonuç, (sadece ilgilileri değil, herkesi tatmin etmiş olmasa da),  suçluyu dinleyen ve sonuna kadar onun haysiyetine ve haklarına riayet eden, önündeki gerçeklere ve yasaya göre, tarafsız hareket ederek, karar veren bir yargıçın varlığıyla bağlantılıdır.  “Beni ve şahitlerimi dinlediler; şahitlerini dinledim ve sorguladım. Her şey açıkta, halkın önünde cereyan etti, gecikme olmadı”  denilebiliyorsa, sonuç hak ve adalete uygun demektir.
Bunları, henüz deliller toplanmadan, iddianame tespit edilmeden kaç aydır tutuklu bulunan Perinçek ve arkadaşlarını düşünerek kaleme aldım. ABD dünyanın her yerinden “şüpheli teröristler”  diye adam kaçırıp yüz karası Guantanamo hapishanesinde işkence yaparak “itirafname” elde etmeğe çalışmaktadır. Medeni dünyada insanlıkla ve insan haklarıyla ilgili kurumların ve kişilerin eleştirilerini kimse dikkate almamaktadır. Tutuklulardan bazıları işkenceye tabi tutulduktan yıllar sonra  “delil yok”  diye serbest bırakılmaktadır. Bu insanlar inşallah “yasadışı insan kaçırma ve tutuklama” suçundan ABD yetkililerini mahkûm ederler ve bundan sonra hiçbir hükümet insanlığa karşı bu ağır suçu işlemeye tevessül etmez. Atatürk’ün lâik Türkiye’sinde, yasaların üstünlüğü ve yargıçların bağımsızlığıyla övünen Türk ulusu, herhalde,  “delil aranıyor”  mazereti altında insanların aylarca tutuklu kalabilecekleri bir ülke olarak nam yapmaz. Medeni dünyada tutukluluk, yargıç kararı ile belirli sayıda günler için mümkündür. Bu kısa süre, birkaç kez uzatılabilir, ancak aylarca uzatılması mümkün değildir. İnsan hakları ve insanın haysiyeti bahis konusu olan bu konuda Türkiye Guantanamo’ya benzememelidir!..

Yazarın Diğer Yazıları