Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Yavuz Selim DEMİRAĞ

Yavuz Selim DEMİRAĞ

Adaletin bu mu dünya?

Türk Milliyetçiliği hareketinin yaşayan en keskin kılıcı değerli Hocam Altemur Kılıç, doktorunun daha yaşayacağını ve henüz tutuklanmadığına göre yazmaya devam edeceğini yazdığında mahkeme henüz iddianameyi kabul etmemişti. Son Agartha mavrasıyla iyice sulandırılan mevcut iddianamede (ki eki de yazılacakmış) “örgüt üyesi olmak” la suçlanan değerli arkadaşlarıma da kesinlikle haksızlık yapılmış.
Kel alaka isimlerin ilişkilendirilmeye gayret edildiği kişiler; Ergenekon’un kurucu ve yöneticisi ilan edilirken, Türk Kadınına “Bacıyan-i Rum’u” ve Tomris Han’ı hatırlatan ve “delikanlı duruşu” yüzünden işine son verilen Güler Kömürcü “örgüt” üyesiymiş...  Bizim değerli dostumuz Vedat Yenerer de sadece üyeymiş...
Adı önce “Ümraniye” olan soruşturmaya “Ergenekon” adının verilmesini ne savcıların ne de emniyetin kabullendiği davada; örgüt yöneticiliği ve üyeliğiyle suçlananların hapiste tutulmasına tutulmasına gönlüm asla razı gelmiyor. Onbeş günde 2 bin 455 sayfayı inceleyerek iddianameyi kabul eden heyetin, üç aylık sürede, yani ekim ayında duruşmaları başlatması, piyasada dolaşan; AKP davasından sonraki durumla ilgili “durumdan vazife çıkarmayı” hatırlatıyor bana işin açıkçası, “bunu hukuk adına içime sindiremiyorum...” Ama elbette mahkemenin hükmü önünde boynumuz kıldan ince. Bizimki arkadaşlık, dostluk hassasiyeti.
Danıştay davasında mahkemenin ilişkisi olmadığı hükmüne vardığı davayı Ergenekon ile ilişkilendirmek “Nürnberg Duruşmaları”nı hatırlatıyor bana...
12 Eylül darbesinden sonra Mamak’ta kurulan mahkemelere gözlemci olarak katılan Fransız avukatlar “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası”nın kelimenin tek anlamıyla “Asrın Davası” olan Nürnberg’e benzediğini ifade etmişlerdi. Nitekim 587 kişinin yargılandığı ünlü davanın sonucunda “örgüt yöneticiliği ve üyeliği olmak”la yargılananların büyük çoğunluğu beraat etmiş ya da uzayan dava nedeniyle “zamanaşımı”ndan suçsuz bulunmuştu.
Bugünün “gizli tanık” adı verildiği konu, o günlerde “itirafçı” olarak lanse edilerek davanın seyri değiştirilmeye çalışılmıştı. Başta Hicabi Koçyiğit olmak üzere Muhsin Kahya gibi isimlerin istihbarat örgütleriyle bağlantıları ortaya çıkarıldığı için tarih “MHP-Ülkücü Kuruluşlar Davası”nda itirafçıların çamur atması geçersiz sayılmıştı...
Adını, kimin, ne zaman, nerede, nasıl, hangi amaçla koyduğu belli olmayan Ergenekon davasında, kısa adı “HEK” olan “hurda, enkaz ve köhne”lerle, vatansever-milliyetçilerin aynı kefeye konması kanıma dokunuyor!
 13+3=16 ay eder... “Bunca zamanda bu insanların sosyal statüsü, uğradıkları ’itibar infazı’nın bedelini kim, ne zaman, nasıl, nerede, ne şekilde, ne ile ödeyecek?” diye de aklıma gelmiyor değil?
 Benim gibi köklerine bağlı, ailesine düşkünler yaslanacak bir omuz bulurken, “cüzamlı” ilan edilip yalnızlığa mahkûm edilirken peşinen “yalnızlığa” itilen, çaresizlik ve suskunlukla “tercih dayatmasına” zorlananların yekpare kimsesizliğine çare kim olacak?
 Baştan son ikilem... Baştan sona dilemna... Ya yaşanan temiz duygular. Sevginin ve hasretin nöbetinin anlamını kim çözecek? Demokrasinin kılıcı misali sallanan kısıtlamalar yüzünden engellenmiş seyahatlerdeki görgüler ne olacak?
 Yazık olmuyor mu bize?
 Yaşanmış duygulara inat; hayatını ve aşklarını gaspetmeye kalkıştığınız insanların sevdaları ne olacak?
 Daha kaç epilepsi nöbeti yaşayacak tutsak gönüller, kaç kanser vakasına kapılıp da hastane odalarından morg koridorlarına yürüyerek kimsesizler gibi kaldırılacak cenazeleri.
Buna yürek dayanır mı?

Yazarın Diğer Yazıları