Ahlak yasası çıkartılmalı

Bu kadar mı tesadüf olur diyerek başlayacağım yazıma.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hakareti aşan cümlelerle siyasi rakiplerini, savcıları, hâkimleri, gazetecileri, televizyoncuları ve sanatçılara yüklenmesi ile hedef haline getirmesini nasıl yorumlayacağımı bilemiyordum...

Keza MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin de muhalefet partilerine ve liderlerine yaptığı benzer saldırıları yorumlamakta zorluk çekiyordum...

Özetle hakaret ve küfür yağdıran tüm siyasileri eleştiriyordum.

Yandaş medyanın yayınlarını, bir zamanların terör örgütleri tarafından illegal olarak teksir makinaları ile "gazete" adı verilerek basılıp dağıtılan kağıt parçalarına benzetiyorum. Yalan, dolan, iftira dolu kağıt parçaları...

İmdadıma 19, 20, 22, 23. Dönem İstanbul milletvekili olan Devlet eski Bakanı Algan Hacaloğlu yetişti ki tesadüfün böylesi demek durumunda kaldım.

DPT İktisadi Planlama Uzmanlığı Daire Başkanlığı, Özel Sektörde Yurt Dışı İşler Genel Koordinatörlüğü, Sosyaldemokrat Halkçı Parti Kurucu Üyeliği, Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Üyeliği, Türkiye-AB KPK üyeliği ve Devlet Bakanlığı yapan Hacaloğlu'nun gönderdiği yazıda, "Batılı demokrasiler standartlarında yeni bir 'SİYASİ ETİK/AHLAK' Yasası çıkartılmalıdır" diyor.

Değerli Bakanım, yetmez sadece siyasi ahlak yasası inanın bana yetmez.

Bu ülkede sadece siyasiler için değil her vatandaşı bağlayıcı şekilde genel bir AHLAK YASASI çıkartılmalıdır.

- Siyasileri,

- Gazetecileri,

- Televizyoncuları,

- Yargı mensuplarını,

- Bürokratları,

- Doktorları,

- Diyanet mensuplarını,

- Öğretim üyelerini,

- Öğretmenleri,

- Öğrencileri,

-  Velhasıl tüm vatandaşları kapsamalıdır.

Gayri ahlaki uygulamalar o kadar fazlalaştı ki ülkemizde hangi birini sayalım?

16 Nisan referandumu ile Yasama, Yürütme ve Yargı günümüz itibarı ile tek kişinin yani Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığında kontrol altına alındı.

Evet, YSK'ye yönelik eleştiriyi anımsatmanın tam sırası şimdi.

16 Nisan referandumunda mühürsüz oy pusulaları ve zarfları geçerli sayan Yüksek Seçim Kurulu'nu CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu şu sözlerle eleştirmişti:

"Gayrimeşru bir referandum, Yüksek Seçim Kurulu kararıyla aldılar onu, yoksa biz kazandık. Demokrasiye inananlar kazandı. Hayır, çıktı elbette. 51.2 hayır çıktı. Yüksek Seçim Kurulu'nun içine çöreklenmiş bir grup çete mensubu dediler ki hayır efendim buradan evet çıktı. O nedenle biz bunu meşru kabul etmiyoruz."

Bu tartışmalar uzadı gitti ve bugüne dayandı.

31 Mart 2019'da yapılacak ve 1 Ocak 2019'da başlayacak Yerel Seçim için Meclis'te görüşülen Torba Yasa'ya şu ek yapıldı:

"Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven'in de bulunduğu YSK'nin altı üyesinin Ocak'ta sona erecek görev süreleri 1 yıl uzatıldı. YSK üyelerinden 2019 yılında görevi sona ereceklerin yerine Ocak 2020'de, 2022'de görevi sona ereceklerin yerine ise Ocak 2023'te yenileme seçimi yapılacak."

298 sayılı seçim yasasına 1987'de geçici 19. madde, 1997'de geçici 20. Madde ve 1999'da geçici 21. Madde eklenerek 3 kez YSK üyelerinin görev süreleri uzatılmış.

16 Nisan'da Anayasa değişikliği yapıldı da hani seçim ve siyasi partiler yasaları da değişecekti?

Şimdi bu seçim yasasına bir geçici madde daha konularak 16 Nisan'da kendi yasalarını mühürsüz oyları "geçerli" sayarak çiğneyen ve sabıkalı hale gelen 6 üyenin görev sürelerini uzatmak ahlaki mi?

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'na ve Adalet eski Bakanı Hikmet Sami Türk'e YSK üyelerinin görev sürelerinin uzatılması konusundaki görüşlerini sordum.

"İsimlere bağlı olmaksızın yanıtlayayım" diyen Feyzioğlu, "Dünyada benzer kurumlar var ki bağımsızlığı sağlamak için yasal önlemler aldıkları ortadadır. Hâkimler görevlerini icra ederlerken kendilerini seçenlere karşı bağımlı hissetmemeliler" şeklinde konuştu.

Türk ise, "Kalıcı bir değişiklik ile bu tür uzatmalar ortadan tamamen kaldırılmalı ve yargı bağımsızlığı kesinlikle sağlanmalıdır" dedi.

Uğur Dündar neden sessiz?

Değerli okurlarım Metin Akpınar ve Müjdat Gezen'i Halk Arenası canlı yayınına konuk eden televizyoncu Uğur Dündar iki sanatçı hakkında Erdoğan'ın sözlerini, savcılığın soruşturma açmasını ve polis ile götürülüp, adli kontrol şartı ile yargılanacak olmaları konusunda ne yazacak diye merak ettim.

Özgür köşe yazarları görüşlerini yazarken ve iki sanatçıya reva görülen haksız muamele hakkında Sözcü Gazetesindeki köşesinde Dündar acaba neden tek bir kelime dahi yazmadı?

İYİ Parti'li Feridun Bahşi

Akpınar ve Gezen'in yaşadıklarını İYİ Parti Antalya Milletvekili ve emekli ağır ceza hâkimi Feridun Bahşi'ye de sordum.

Bahşi özetle şunları söyledi:

"Ne demişti Akpınar; bireylerin özgür iradesiyle geleceklerini tayin edebildikleri rejim demokrasidir.

Yani demokrasi vurgusu, bu insan bir sanatçıdır. Sözü üzerine alan ise halka mal olmuş bir siyasetçi.

Yargıtay'ın yüzlerce kararı var ki; siyasetçiler ağır eleştiriye katlanmak zorundadır.

Diğer tarafı ise yargı bağımsızlığı, yargı mercilerine talimatıdır.

Cumhurbaşkanı yine geçtiğimiz günlerde Danıştay savcısına "bir savcı çıkmış sen kimsin ya" gibi sözlerle yargıya talimat vermiştir.

Benzer yargı mercilerine birçok sözlü talimatı vardır.

Davet edilse kendileri gidebilecek iki sanatçı polis zoruyla evinden alındı

Yargı bağımsızlığı açısından sözün bittiği yerdeyiz.

Ülkemiz Yargıya güven endeksinde dünya sıralamasında %20'lerle son sıralara gerilemiş. Söyleyecek söz bulamıyorum."

Değerli okurlarım, Hacaloğlu'nun, "Tüm diğer ilgili yasa ve kurallar temiz, erdemli, saydam siyaset ilkeleri ile yeniden düzenlenmelidir. 'Siyasi Ahlak Yasası' ve diğer önlemlerle, siyasette ve kamu yönetiminde erdem ve saydamlığı temel ilke haline getirilmeli; her türlü yozlaşma ve kirliliğe, etik dışı ilişkilere son verilmelidir" önerisine yürekten katılıyorum.

 

Yazarın Diğer Yazıları