Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Muhiddin NALBANTOĞLU

Muhiddin NALBANTOĞLU

Ahmed Mithat Efendi

Ölümünün 100. yılında Ahmed Rasim Türk gazeteciliğinin babasını anlatıyor
İlk Türk gazetesi olan Tercüman-ı Ahval’in yayınından sonraki dönemde çıkardığı  gazeteler, mecmualar, yazıp yayınladığı romanları ile günümüze kadar etkisini sürdüren Ahmed Mithat Efendi’nin ölümünün yüzüncü yılını idrak etmiş bulunuyoruz. Bu vesile ile onun yetiştirmesi olan büyük tarihçimiz, romancımız ve kültür adamımız emsalsiz bir yazarımız Ahmed Rasim’in onun hakkındaki anılarını ve değerlendirmelerini burada veriyoruz:
 “Ahmed Mithat Efendi’nin şahsiyeti bakımından önemli olduğunda şüphe olmayan bazı not ve anekdotları, muhalif eserlerin pasajlarından nakletmeyi yerinde buldum. Bu notlar ve anekdotlar, Mithat Efendi’nin çok hareketli ve heyecanlı hayat hikayesinde onun şahsına mahsus hususiyetler olduğundan hâl tercümesinde yer almıştır. Aşağıdaki pasajlar üstad Ahmet Rasim’in (Muharrir, Şair, Edip) eserlerinden alınmıştır:
-Ben her zaman itiraf ederim ki, Tercüman’ın her türlü yazılarından faydalananlardanım. Uzun-uzun okuyup yorulmamak, saatlerce masa başında yazı yazmak âdeti bana bu gazetenin ilham ettiği teşvik neticesidir.
İyice hatırlarım ki, bütün kıskanç kalem erbabı gibi Mithat Efendi de, Kemal merhuma nisbetle sade yazmayı, büyük bir kusur sayıyorlar, üslûbunu parlak bulmuyorlardı. O devirde yetişmiş olanlar bilirler ki, Hacı İbrahim Efendi merhum bile Kemal’in bir Matbu-ul endam terkibini ‘endam’ın Farsça olması yüzünden harfi tarif olmayacağından tutturarak cahilliğine kadar ileri varmıştı. İşte kelimeler, mutabakat, terkib, cümle terkibi, tetabuu izafat, teselsül gibi şeylerle kılı kırk yararcasına uğraşan ve gayesi Arapça ve Farsça kaidelerle yazıcıların başına bir sergerde olup çıkmaktan ibaret olan muharrirlik, bu devirde idi ki, bağlandığı an’ane zincirini kırıyor, dil oldukça açık bir yön alarak yazı yazmaya hevesli olanlara, hem maddî, hem mânevi  bir cür’et veriyordu. Yoksa ben Beyazıd kütüphanesine tamamen bir hafta devam ederek meşhur Lâplas’ın eserlerinden Sahab-ı Muzı kısmını nasıl özetleyebilir ve Tercüman-ı Hakikat’den büyük bir aferin alabilirdim.
Bende, ihtimal ki benim gibi mektep görmüş veya görmekte olan her gençle kökleşmiş bir fikir yoktu. Çünkü gözümüzün önünde böyle meslekler yoktu.
Bilmem ki size Mithat Efendi ile ilk karşılaşmamı anlatmış mı idim? Mektepten çıktıktan sonra Tercüman’a fisebilillâh makale yetiştirmek derdine düşmüş, halde Ceride-i Havadis’de de fisebilillâh muharrir bulunduğum halde gene o mübarek gazetede yazı yazmaktan kendimi alamamıştım. İlk zamanlarda zarfı idarehanenin kapısından bırakırdım.
Bir gün Ebussuut caddesinin karşısındaki bakkal dükkanında hem karnımı doyurduğum, hem de kapıyı gözetlediğim halde kimsenin çıkmayışı üzerine gemi azıya alarak içeri daldım. Eşikle beraber iki ayak merdiven, ondan sonra toprak, rutubet kokulu uzun, darca bir giriş yeri üzerinde dik, pis, sekiz on ayak bir merdiven, daha çıkınca diğer bir merdivenin daralttığı koridora açılır, karşılıklı iki oda karşısında kaldım.
Merdivenin başındaki oda kapalı idi. Oraya varır varmaz kapı açıldı. Uzun boylu, iri kemikli, esmer yüzlü, saçları kırpık, alnı geniş, bıyıkları, sakalı tıraşsız, sırtında basma bir mintan, ceketsiz, fessiz, yeleğinin düğmeleri çözük, belde kırmızı bir kuşak, pantolonlu, kolları uzunca, ayakları büyükçe biri çıktı. Beni görünce durdu. Gayet sert bir sesle:
-Kimi istiyorsunuz?
Dedi. Zarfı uzattım. Okuduktan sonra:
-Mithat Efendi Hazretleri
benim!..
Deyip zarfı yırttı. Bizim makaleyi çıkarıp göz gezdirdi.
Ben, bu kıyafette bir Mithat Efendi görünce galiba şaşırmıştım. Halbuki hayalimde ona ne kıyafetler vermiş, ne tuvaletler yakıştırmış idim. İmzamı görmüş olmalı ki:
-Ahmet Rasim, siz misiniz?
-Evet bendenizim.
-Geçenki makalen de gayet iyi idi. Hangi mektepten çıktınız?
-Darüşşafaka’dan...
Ya!..
Karşıki odaya geçtik.
-Nereye devam ediyorsunuz?
-Telgrafhaneye...
-Süphanallah!..
İşte bu ‘Süphanallah’ benim zihnimi bozdu. Çünkü burda muharrirlik istidadı bulunan bir gencin elde manüpülâtör, tarator döver gibi taktakalarla uğraşmakta olduğuma esef eder bir hal sezmiştim. İlk görüşüm olduğu için her tavrına, her haline dikkat ediyordum. Bellisiz kekeme gibi söylüyor. Ekseriya önüne bakıyor, dudaklarını bıyık ve sakalı ile indirip kaldırıyor, pehlivan gibi oturuyordu.
-Yazılarınızı kim tashih ediyor?
-Kimse!
Yalnız kekeleme nev’inden ağzımdan ‘Ahmet İhsan’ ismini çıkarmıştım.
-Aferin!.. Bak oğlum, burası yazı ocağıdır. İstediğin zaman gel. İşte kalem, kağıt, mürekkep. İstediğin kadar otur, istediğin kadar yaz. Şimdilik her makalene bir mecidiye vereceğim. Harçlık edersin, al bakalım siftah et! Dedi. Mecidiyeyi uzattı.”

Yazarın Diğer Yazıları