AKP’nin iktidara geldiği “Çıraklık döneminden” bu tarafa, ülkenin gündeminde “Adaletsizlik” var. Her kesim “Adaletsizlikten” şikâyet ediyor ve yine neredeyse 15 yıldır haberlerin konusu bu. Diğer tarafta ise “Barış” bandosunun sesi geliyor. Siyasal madalyonun iki yüzü birbirine ters yönde ilerliyor.
Madalyonun birinci yüzünde, “adaletsizlik” sorunu, çözüleceği yerde çelişkileriyle derinleşerek devam ediyor. Sonuç hiç değişmiyor. Bu durum, aynı zamanda muhafazakâr (dini söylemden beslenen/İslamcı iktidarın istediği kadar vaat etsin kesinlikle bir adalet toplumu kuramayacağının da ispatı.
Başta?
Aynı zamanda İslamcı söylemlerin işlevsiz olduğunun göstergesi. Çünkü AKP kadroları, basını, bürokratı, siyasi elitleri ve milletvekilleriyle tüm kadro, çeyrek asırda Türkiye’yi yolsuzluk, faiz, borç, adam kayırma, siyasi karşıtlarını, eline geçirdiği hukuk gücüyle hapsetmemekle tarihe geçti.
İktidarı destekleyen, tüm yanlışlarını görmezden gelen diğer bileşenleri de bu siyasete ortak oldular. Böylece, Türkiye ve Türk devleti, toplum yapısıyla, ekonomisi, eğitimi sağlığı, tarımı, sanayisiyle büyük zarara uğratıldı.
Yıllardır yanlış politikalar yüzünden enflasyon düzeltilemedi. Yetmedi başka sorunlar eklenerek sosyal bünye yaralandı.
- “Eli kanlı katiller, uyuşturucu baronları, tacizciler, istismarcılar dışarıda dolaşırken gazeteciler, aydınlar, siyasetçiler yıllarca cezaevinde kalıyor.”
- Fatih Altaylı gibi gazeteciler, eften püften sebeplerle tutuklanıyor. Mahkemelere gün ileri tarihe gün attırıp uzun süreli hapis yatması sağlanıyor.
- Orkun Özeller gibi vatan ve millet davasının kahraman askerleri, basit, yatarı olmayan bir hakaret davası yüzünden hapiste tutuluyor.
Bütün bunlar olurken iktidar siyasetinin (madalyonun) diğer yüzünde ilginç gelişmeler yaşanıyor.
- “Terörsüz Türkiye” bağlamında, “kardeşlik” bahanesiyle PKK’ya silah bırakma karşılığında sözler veriliyor. Kimi iddialara göre “anayasal haklar verilecek” ve Türkiye, mevcut parlamento ile “yumuşatılmış özerk” bir yapıya gidecek.
Öte yandan önceki gün yapılan görüşmeden sonra yansıyan açıklamalara bakılırsa, İmralı heyetini kabul eden Erdoğan, “Meclisteki komisyonun Öcalan’la görüşmesine sıcak bakmış.”
İmralı ısrarında çok durduklarına göre acaba Öcalan hiçbirimizin bilmediği veya bilemeyeceği ne söyleyecek de komisyon üyeleri İmralı’ya gidecek? Bu kadar ısrar niye? Aslında ne söyleyeceği, ne diyeceği o kadar belirsiz değil ki. Öcalan’ın ne istediğini daha önceki mektuplarından, kendisiyle görüşmeye gidenlere yaptığı açıklamalardan kamuoyu zaten biliyor. Burada temel mesele, Öcalan’ı hem meşrulaştırmak, görüşmelerin resmi tarafı haline geldiğini tescillemek ve hem de Türk devletiyle muhatap kılmaktır.
Gelişmeler böyle seyrededursun, Türkiye’yi yönetenler, “muhalefeti hapiste tutalım, PKK ile anlaşıp, teröristleri serbest bırakalım” siyaseti uygulamaya devam ediyor. Bu paradoks, bu ikilem ve bu büyük çelişki, toplum kesimlerinde beklenen ilgiyi görmüyor. İnandırıcı bulunmuyor. Çünkü kendi içinde tutarsız.
Paradoksun bölücüler tarafında yer alan DEM’li Ahmet Türk, Sabah Gazetesi’ne; "Bugüne kadar Mustafa Kemal dışında devletin bütün kurumlarında etkin gücü olan Sayın Erdoğan oldu” diye haklı bir tespitte bulunuyor. Bahçeli’yi öve öve bitiremiyor. Ancak bunları söylerken çok önemli bir başka tespiti daha var ki o da bizi haklı çıkarıyor: "Bu projeyi sadece PKK'nın silah bırakması olarak görmemek gerekir, bir Türk-Kürt kardeşliğinin ötesinde Ortadoğu'nun demokratikleşmesinin önünü açacak büyük bir proje olarak görülmesi gerekir. Çözüm sürecini büyük bir fotoğraf olarak bakmak lazım, hangi düşüncede olursanız olsun ama çözüm sürecine katkı sağlamak gerekiyor."
O büyük projenin adını hepimiz biliyoruz. ABD öncülüğünde yürütülen içinde Türkiye’nin de parçalanması olan Büyük Orta Doğu Projesi. Ahmet Türk, “Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin önünü açacak” derken söylediğine kendisi de inanıyor mu acaba? Yoksa “Demokratikleşme” lafının anlamı gerçek anlamda demokrasiye geçiş değil de başka bir şey mi? Onun “Orta Doğu’da demokratikleşme” dediği şey, Kürtlere Orta Doğu’da bir devlet kurdurulması. “Büyük resim bu.” Yoksa, BEA, Katar’a, Mısır’a, Ürdün’e demokrasi geleceğini söylemek değil amacı. Zaten o ülkelere demokrasi sittin sene gelemez. Burada asıl sorun, o “demokratikleşme denilen” tavizlerin sonunda Türkiye’ye ne olacağıdır. Türkiye’de, az da olsa var olan demokrasinin yerine, iyice yerleşen Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sayesinde, TÜRK-Kürt-Arap üçlemesine dayalı, tipik Lübnan benzeri bir Orta Doğu ülkesi kurulup kurulmayacağı önemli.
Bir tarafından “Adalet istiyoruz” çığlıklarının yükseldiği Türkiye’nin, öbür yanında iktidar ve bileşenlerinin öncülüğünde “Barış kardeşlik” tiyatrosu oynanıyor. Bu arada 12 Eylül Anayasasını beğenmiyoruz, (çünkü o darbeciymiş) yerine “Sivil anayasa” itiyoruz.
Aklımızla dalga geçiyorlar.