AKP'ye müteşekkiriz

Hepimiz tarih okulundayız ve ne çok şey öğreniyoruz. Yaşanan olayların her birinin ilgilenen herkeste bıraktığı bir iz yok mudur sanıyorsunuz. Olmaz olur mu?
Öyle izler bırakır ki, buradan kazanılan tecrübelerle hayatımıza yön veririz.
Atalarımız ne demiş, “bir musibet bin nasihatten iyidir.” Yanlış mı?
Düşünün bir kere!
Eğer AKP iktidar olmasaydı, tartıştığımız yolsuzluk dosyalarını hiç göremeyecek, dolayısı ile kendini  “dindar ve dürüst”  ilan edenlerin yolsuzluklar konusunda gerçeği söyleyip söylemediklerini asla bilemeyecektik.
Bereket iktidar oldular ve tarih kayıtlarında yerlerini aldılar. Anladık ve öğrendik ki, söyledikleri kadar değillermiş.
Başka?
Eğer ülkeyi siyasal İslamcılar yönetirse “bolluk bereket artar, adalet tavan yapar, insanlık ideal toplum düzenine kavuşur” iddialarına kanacak belki de en iyisi “şeriat düzeni diyerek devletin teokratikleşmesini” geçerli bir çözüm yolu sanacaktık. “Osmanlılaşma” teorilerini kendileriyle özdeşleştirecek bunları Fatih Sultan Mehmet sanarak kendi elimizle ülkemizi yıkıma götürecektik belki. Nasihat yerine musibet gelince bunun böyle olmadığını anlamış olduk.
Bitmedi..
AKP iktidarı sayesinde kendini “dindar, muhafazakâr ve hak dostu” ilan ederek siyasallaşanların aslında söyledikleri gibi olmadığını, yandaşlarına çıkar sağlamada yarıştıklarını da gördük.
Cemaat önderlerinin olaylar karşısındaki tutumunu öğrendik. Yine onlara ait onlarca gazete ve televizyonun iktidarı korumak adına dini hüküm ve kıymetlerden nasıl taviz verdiklerinin binlerce örneğini yaşadık.
Çok seslilik adı altında toplumun birbirine sımsıkı yapışık olan ancak belli belirsiz çizgilerle zor görülüyor olan ayrım yerlerinin derinleştirildiğini, “farklılıkları özgürleştirmek” adına farklılıkların zıtlaştırıldığını öğrendik.
En mühimi de “dış merkez ve dış odaklarla batılılaşma, demokratikleşme ve gelişme” adı altında “pembe devrimler” yoluyla bizzat devletin ve rejimin nasıl dönüştürüldüğünün toplum mühendisliği örneğine şahit olduk. Az şey mi?
Türk tarih okulu, her birimizi eğitmeye devam ediyor. Bu okulun dersleri, elbette siyasetle sınırlı değil. Kültür, edebiyat, ekonomi, sağlık, basın yayın daha pek çok konu öğretim alanı içinde. Her birinden aldığımız dersleri burada yazmamız mümkün değil.
Bundan sonrası için aldığımız dersler bize yetmelidir.
Toplumsal akıl, yüzde 47 ile bu tür siyasetçileri de iktidara taşıyarak yapıp eylemelerini gözlemiştir. Eğer hiç iktidar olmasalardı, yaptıkları her eleştiri, her propaganda, insanlarda “acaba” endişesi doğuracaktı. Ancak şimdi anladık ki, başta iktidar olmak üzere onları orada tutmak için destek veren tüm dini gruplar, toplumsal kanaat önderleri, sendikalar, dernekler ve basın gerçek durumla karşı karşıya geldiler ve ister istemez davranış gösterdiler.
Gerçekle karşılaşmaktan doğan tüm davranışları gözlediğimizde teori ile pratiğin eşleşmediğini, iktidar gücü adına kutsal olandan taviz verildiğini, İslam ahlakının hükümeti korumaya feda edildiğini gözlemiş olduk. Anladık ki, iktidarın özgün yapısı, dinin özgün yapısıyla birebir örtüşmüyor. Yani dini ahlak ile siyasi ahlak çoğu kere çatışıyor.
İktidar bencil, din değil.
İktidar, hep orada durmak istiyor; din, hak eden doğru yönettiği sürece otursun diyor.
İktidar, güç bendeyse otoriteme herkes uysun isterim diyor; din, güç sende bile olsa otoriten ahlaka uygun kullanılmalı diyor.
İktidar “bal tutan parmağını yalar” diyor; din, balı adalet terazisiyle tut ki parmağına yapışmasın sen de yalama diyor.
İşte tüm bu ve benzeri daha pek çok sebepten dolayıdır ki, teokratik düzen dinin düzeni değildir. Din ile ilişkilendirilerek oluşturulmuş diktatörlüktür. Pek çok İslam ülkesinde olduğu gibi.
Öyle ise?
İnsan onuruna yakışan en iyi sistem cumhuriyet ve demokrasidir.
Ne demiştik yazımızın başında?
Öğreniyoruz.
İyi ki varsın AKP! Varlığın pahalıya mal olsa da bize çok şey öğrettin. Sağol.

Yazarın Diğer Yazıları