Asıl utanç

ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi  “Ermeni soykırımı” karar tasarısını kabul etti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bunun üzerine  “Komite’nin bu kabul edilmez kararının, geçmişteki benzerleri gibi, Türk halkı için hiçbir geçerliliği ve saygınlığı yoktur”  demiş... Fransız ve diğer Avrupa ülkelerinin parlamentolarında kabul edilen bu gibi tasarıların da, milletimiz için  “hiçbir geçerliliği ve saygınlığı” olmadığı, olamayacağı muhakkak. Öyleyse sormak lâzım; Sayın Gül, Sayın Erdoğan, medyamız,  “saygınlığı-geçerliliği”   olmayacak bu tasarıyı önlemek için, neden seferber oldular, milletvekillerimiz (bile bile lâdes), Washington’a gidip neden lobi (adam adama tutma) yaptılar? Bu tasarının geçmesi, bizim onurumuza darbe değil aslında. Böylesine bilimsel hakikatlere aykırı, tarafgirane bir tasarıyı kabul edecek olan, ABD’nin saygınlığı üzerinde kara bir lekedir. Öylesine bir kara leke ki, fotoğrafı da,  Komitenin bu oturumunun  “bütün Ermenilerin Patriği”  kara cüppeli Karekin’in duasıyla açılması! Daha da utanç verici olan, çifte vatandaşlıklı -yani bir tarafı Amerikan- Egemen Bağış’ın hâlâ,  “umut var”  diye,  lobi faaliyetlerine devam etmesi! Ve de  “utanç”  vermesi gereken; hepimizin -ben dâhil- medyamızın nefeslerimizi tutarak, Komitenin kararını heyecanla beklemiş olmamız! Tasarının geçmesi,  “ABD ile ilişkilerimizi” olumsuz etkileyecekmiş! Zaten, Amerika ile ilişkilerimizin hangi  “olumlu”  tarafı kaldı ki!  Bir Sayın Profesörümüz bu konunun,  “Türkiye’nin AB’ye girilmesiyle, kendiliğinden ortadan kalkacağını” söylemiş. Demek istediği de, bizim sözde aydınlarımızın, hep söyledikleri; Avrupa Birliği’nin rahat, özgür ortamında  “Soykırım olmadı saplantımızdan ve kompleksimizden” kurtulacak ve  “Ermenileri kestiğimizi”  kabul edeceğiz. Sadece bu bile Avrupa Birliği kriterlerinin,  “ortamının”  milli değer ve onurumuza, ne kadar ters düştüğünü göstermeye yeter.  Tasarının  “saygınlığı” yok ve dayandığı iddiaların, içeriğinin sözde aydınlarımız hariç, kamuoyumuz ve Türk, yabancı tarafsız, gerçek bilim adamları için, kabul görecek tarafı da yok ve de herhalde de  “yaptırım gücü” de yok. Ama bizim sözde aydınlarımız; romanlarında, yazılarında, sempozyumlarında, “Evet, Ermenileri kestik”  dedikçe dayanak ve yol oluyor.  Şuna da dikkat edin, bu iddialar hep vardı da direncimiz zamanla gevşedikçe, giderek arttı. 1970’den sonra, ASALA’nın diplomatlarımızı katletmesiyle, azgınlaştı. Adeta duyarlılığımızla ters orantılı! Buna da bir “mim”  koyun!  Milletçe ve devletçe, “artık yetti gayri” diyerek ve de onların anlayacakları bir işaret vererek, bu konuyu kökünden kesip atmamız lâzım. Yoksa ve böyle üstümüze üstümüze gelecekler, direncimizi ortadan kaldırana kadar! Bu konu artık bir PR -halkla ilişkiler- egzersizi değil. Onur Meselesi! “Soykırımı yaptık” diyen bizimkilerin de savunması şu: “Soykırımını Osmanlılar yaptı. TC’nin, bizim ilgimiz yok.” Bu daha da onursuz bir savunma! 1915’te devletin yönetiminde, orduda bizim dedelerimiz, babalarımız vardı! Tasarının bizim için saygınlığı yok ama, biz gereken iradeyi göstermez, bu konuya bu kadar önem vermeye devam eder, AB üyeliği uğruna gevşersek, arkasından yeni Ermeni tazminat talepleri -sınır kapısının açılması, Ermeni devletinin resmen tanınması ve sonra da  “hudut tashihi”  ve arazi talepleri- gelecek!  Soykırımı iddialarını, artık tartışacak ve cerh edecek değilim. Bunu içeride ve dışarıda, çok yaptım ve beyhude olduğunu anladım. Ama savunmada kaldıkça, bu iddialara paye vermiş oluyoruz. Ama hep sorduğum ve yanıtını alamadığım bir sorum var; bu tasarılar -kabul edilse ne yazar- kabul edilmese idi, “bu sefere mahsus” , bir dahaki oturumlara kadar, onurumuz mu kurtarılacaktı?  Onurumuz, tarihimiz, o kadar ucuz mu ki, Amerikan Kongresinin kararına bağlı olsun! Eğer, gerçekten onurumuzu düşünüyorsak, eminim şimdi milletimizin de içinden geldiği gibi “kestik, ne olacak” dememiz gerek!

Gerçek öykü

Babam Kılıç Ali anlatmıştı. Maraş’ta Fransızlara karşı savaşırken, müfrezesiyle bir camiye varır. Fransız üniforması giymiş Ermeni Komitacılar caminin içine, kadınları, çocukları doldurmuşlar ve ateşe vermişler. Babam gözlerinde yaşlar,  “Bebelerin derileri elimde kaldı” diyordu. “Siz ne yaptınız baba?”  diye sordum. Gözlerimin içine baktı:  “Sen ne yapardın oğlum”  dedi. Bir şey daha var: Babam’ın Maraş ve Antep’te, Amerikan misyoner okullarında bulduğu çuval dolusu belgelerde Ermenilerin misyonerler tarafından desteklendiklerinin belgeleri var. Ben bunları Genelkurmay arşivine teslim etmiştim...

Yazarın Diğer Yazıları