Atatürk en çok gençlere güvenmişti
Atatürk “En büyük eserim” dediği Cumhuriyeti neden siyasetçilere, subaylara, bürokratlara, polislere, işadamlarına filan değil de gençlere emanet etmişti?
Bu sorunun en güzel yanıtını, bir suikast sonucu yaşamını yitiren değerli akademisyen-yazar Prof. Ahmet Taner Kışlalı bir makalesinde vermişti.
O makaleden özetleyerek aktarayım:
- Genç insan yeniliklere açıktır. Köklü değişikliklerden korkmaz. Daha iyi bir yarın için savaşmaktan çekinmez.
- Yıllar boyu süren çabaların ürünlerini yitirme korkusu yaşlıları tutucu olma yönünde etkiler. Gençlerin ise yitirecek bir şeyleri yoktur.
- Çağdaş toplumda gençlik, genellikle yetki ve sorumlulukların dışına atılmış bir kesim oluşturur. Bir çıkar bağı içinde düzenle bütünleşmemiştir. Sırtında kendisinin dışında kimsenin sorumluluğu yoktur.
- Her toplumsal hareket giderek kurumsallaşmaya ve dolayısıyla uysallaşmaya, tutuculaşmaya yüz tutar. Oysa gençlik sürekli yenilendiği için kurumsallaşamaz, kalıplaşamaz.
- Kemalizm, toplumu çağa taşımayı kolaylaştıracak en ileri kurumları getirmek ve eskidikçe onları da yenilemek demekti. Bu bir sürekli devrim anlayışıydı. Sürekli devrimcide iki temel nitelik gerekiyordu. Çıkarların düzenle bütünleşmemiş olması ve yeniliklere uyum gücü. Ve bu iki nitelik sadece ve sadece gençlikte vardı. Bundan dolayıdır ki büyük devrimci Atatürk en çok gençliğe güvenmişti.
***
Atatürk’e saygı bayram mesajı yayımlamakla, Anıtkabir özel defterine her yıl birbirine benzer cümleler yazmakla, resepsiyonlar düzenlemekle olmaz, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyete ve onu emanet ettiği gençlere sahip çıkmakla olur.
Fenerliler için teselli cümleleri
“Şunun şurasında 11 yıldır şampiyon olamıyoruz. Ne var yani bunda? Sanki 100 yıldır şampiyon olamıyormuşuz gibi yorumlar yapılması yanlış” diyebilirler.
“Şampiyon olsaydık gecenin bir yarısı sokaklarda gösteriler yapıp çok sayıda vatandaşımızı rahatsız edecektik. Ayrıca yorgun düşecek belki de hasta olacaktık. Bunlara yol açacak bir tablo ortaya çıkmadığı için mutluyuz” diye konuşabilirler.
“Devletin üst kademelerinde çok sayıda Fenerbahçe taraftarı var. Çok şükür ki onların torpiliyle şampiyon olmuş görüntüsü vermemiş olduk” diye kendilerini kandırabilirler.
“Bizim teknik direktörümüz dünya genelinde onların teknik direktöründen daha büyük bir şöhrete sahip” diye övünebilirler.
“Bizim başkanımız Koç. Onların teknik direktörü Buruk. Kimin güçlü olduğunu bu soyadları açıkça ortaya koymuyor mu” diye sorabilirler.
Hevesi kursağında kalanlar kulübü
İş bilir bir işadamı, “Ülkemizde milyonlarca insan hayatından da yaptığı işten de hoşnut değil. Onlara bir alternatif sunmak gerekir” diye düşünerek “Hevesi Kursağında Kalanlar Kulübü”nü kurar.
Amacı yüklü paralar vererek kulübe üye olacakları istediği mesleğe ve ona bağlı olarak daha mutlu bir hayata kavuşturmaktır.
Kısa sürede çok sayıda kişi başvurur kulübe.
Örneğin pavyonda oryantal dans yapan bir kadın, hemşire olma isteğiyle gelir kulübe. Bir toprak ağası milletvekili olma arzusuyla üye olur. Televizyonda hava raporu spikerliği yapan kadın ise hayalindeki mesleğin diyetisyenlik olduğunu ifade ederek kulübün üyeleri arasında yerini alır.
Başvuru yapanlardan sadece başbakan ve cumhurbaşkanı olmak isteyenlerin isteğine yanıt verilemez. Kulübü kuran işadamı bunun nedenini, “Başbakanlık diye bir şey yok artık. Cumhurbaşkanlığının ise sahibi var” diye açıklar.
Konya Devlet Tiyatrosu’nun Ankara turnesinde seyrettiğim müzikli oyunu, “Hevesi Kursağında Kalanlar Kulübü” böyle başlıyor ve kimi zaman güldüren kimi zaman üzen olaylarla gelişiyor.
Devlet Tiyatrosu’nun genel çizgisine uymasa da oyunculuklarıyla, müzikleriyle, danslarıyla seyirciye hoşça vakit geçirten kabare türüne yakın bir yapım.
***
Sinema ve dizi oyunculuğundan tanıdığımız Emine Erdem Alpyürük’ün yazdığı oyunun rejisörlüğünü Serhat Nalbantoğlu yapmış.
Deniz Yuca, Cengizhan Eminoğlu, Fatih Yağlıcan, Burçin Eminoğlu, Melisa Kocaman, Yusuf Can Sancaklı, Yağız Demiral, Erdem Şenses, Yiğit Gümüşada, Doğukan Kutlu, Begüm Baybaş Doğan, Almina İrem Ay, Onurcan Arıkan, Fatma Kandemir Şahin’in rolleri başarıyla paylaştığı oyunda dançılar Rümeysa Çetin, Yiğit Furkan Atçı ve Ömer Faruk Avcı da görevlerini hakkıyla yerine getiriyorlar.
***
Yaklaşık 1.5 saat süren oyun bittiği sırada yanımda oturan genç seyircinin kız arkadaşına gülümseyerek aynen şöyle dediğini duydum:
“Ankara’da Hevesi Kursağında Kalanlar Kulübü’nün şubesi var mı acaba? Varsa gidip hemen üye olalım.”
Bu sözlere arkadaşının yanıtı da harikaydı:
“Şayet yoksa biz kuralım!”
***
Oyunla ilgili sadece bir eleştirim var:
Söylenen şarkıların sözlerinin çoğu anlaşılmıyor.
Buna bir çare bulunsa iyi olur.
Netanyahu değil Nebelayahu!
İnsan 250 yıl yaşayabilir mi?
Göçmen kökenli ama göçmenlere düşman!
SİYASET VE ARGO
Partilerin adları değil tabanları önemlidir
CENAZE TÖRENİNİ YAZAN ŞAİR
Kadının erkeğe şiddeti
Darbe günlerinden trajik bir öykü
Hayat bazen kurguyu geçer!
Atatürk en çok gençlere güvenmişti









