Atatürk'ü neden sevmiyorlar?

                İktidar partisi ve ortakları millî birlik ve beraberlikten hoşlanmıyor. Başka bir ifade ile düşmansız var olamıyor. Eğer düşmanı (rakibi değil) yoksa kendisi suni bir düşman üretiyor.

Parası bizden köprünün hali

Bunun böyle olduğunu en son yaptıkları 15 Temmuz Çanakkale Köprüsü''nün açılışında yaşadık.

                Köprünün maliyetini bir tarafa koyun, parasını kim ödüyor?

                Hepimiz.

                Öyle ise o açılışta milletin tamamını temsil eden partiler, sivil toplum kuruluşları neden yoktu? Parasını milletin ödediği köprü açılışında, neden her yerde AKP bayrakları asılıydı?

Çünkü parası bizden olan köprünün ihalesini AKP yapmıştı ve buradan siyasi bir rant elde etmek istiyordu.

Kısacası ceremesini hepimiz çekeceğiz lakin siyasi kaymağını AKP ve ortakları yiyecek.

"Köprü bir hafta bedava"ymış.

Nasıl bedava?

Müteahhit bu bir haftanın parasını almayacak mı?

Alacak.

Kim verecek?

Hazine, yani biz.

İşte bu kirli bir zihniyet. Siyaset üretme konusunda millî birlik ve beraberlikçi değil. Bencil ve dışlayıcı.

Atatürk neden yok?

Özellikle Erbaş döneminin Diyanet yönetim sürecinde Atatürk''le ilgili kendini belli eden dışlayıcı gizli bir tavır var. Anlaşılan o ki Türkiye''de siyasal İslamcılar halen daha "Cumhuriyet''i" içselleştirmekte zorlanıyor. Çünkü Atatürk (Mustafa Kemal) ile ilgili tersine siyasetin temeli, cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadar gidiyor.

Vatanı kurtarma konusunda birlik olan Kuvayı Millîyeci paşaların bir kısmı, sıra kurtuluştan sonra devletin şekillenmesine gelince yolları ayırdı. Başta Rauf Orbay gibi "Benim babam sarayda başmabeyinci idi. Kursağımda padişahın ekmeği var. Cumhuriyeti kabul edemem" diyenler gibi gelenekçi, siyasal muhafazakârlar, yönetim biçiminin eskisi gibi yerinde kalması gerektiğini düşünüyordu.

Solcular, liberaller, milliyetçiler ve muhafazakârlar bu kavşakta kendi siyaset yolunda ilerlerken Atatürk, tam bir siyaset stratejisi dersi olacak yöntem uyguladı. 5-6 ay eski düzen yoluyla kurulamayan hükümet krizinin sonunda, Meclis''in onayını almayı başardı ve Cumhuriyeti ilan etti. Etti etmesine de, muhalefet bunu hazmedemedi. Öyle ki halen daha yaşananlardan da görüldüğü gibi öfkesini yeni kuşaklara aktarmayı sürdürüyor.

Bunlardan biri Lozan başarısı, öbürü, Cumhuriyet, bir başkası da Cumhuriyetin getirdiği laiklik anlayışıdır.

Osmanlı''nın geleneksel uleması ve takipçileri, vaazlarında aktardığı bu siyasal düşmanlığı, bu reddiyeyi, 120 yıldır bıkmadan usanmadan bir paralel dip dalga olarak kuşaklara aşılamayı sürdürüyor. Dinî öğretim yanında siyasal öğretiler şeklinde sürüp gidiyor. Çoğu abartılmış salt propaganda bilgileri. Bu durum bazen kitaplara yansıyor. Örneğin "Lozan başarı mı, değil mi" gibi.

Bazen "Lozan''ın gizli maddeleri var, yüz yıl sonra kalkacak" yahut "açıklanacak" gibi. Şu sıralar internet medyada gösterilen sokak röportajlarından oluşan birçok video dolaşıyor. Seyrettiğim bir videoda türbanlı bir kız (ya da kadın); "Madenlerimizi işletemiyoruz. Petrollerimizi çıkaramıyoruz. Hepsinin yerini belirleyip kapatmışlar. Çıkaramıyoruz. Lozan yüzünden ülkemiz geri kalıyor" diyor. Bu kadına göre, anlaşmanın yüzüncü yılından sonra yasaklar kalkacak ve Türkiye her şeyi öğrenecek, bütün gizlilikler aşikâr olacakmış.

Kendilerine sorulan detay sorulara cevap veremeyen bu tiplerin aklında kalan şey Lozan ve yüz yıl sonra yasakların kalkacağı. Böylesine çarpıtılmış bilgileri insanlar nereden öğreniyor? Cumhuriyet karşıtlığını, Atatürk''ü düşmanlaştırma fikirlerini, bunu için Lozan yalanını ve diğer kötüleyici düşünceleri, paralel eğitim olarak kendilerine aktaranlar, dinî cemaat ve tarikatlar ile benzer kuruluşlardır.

Yoksa tarikatlar ve de cemaatler, İslam''ı; Kur''an ve Sünnetin aktardığı gibi yaşasalar ve inansalardı, önce katıksız taraf oldukları AKP iktidarının yarattığı adaletsizliklere, yolsuzluklara ateş püskürürlerdi. Cehennemlik suçların örtüsü olmazlardı. "Hakkı tutar kaldırır. Zulmü alkışlamazlardı." Onların derdi, ulemaya siyasal güç yaratmak, sonra da bunu iktidara eklemlemek ve dinin ikna edici gücünü siyasal araç olarak kullanmaktır.

Siyasetçinin amacı da siyasal rejimi, dini içerikle donatarak topyekûn halkı, kontrol edilebilir sürüye dönüştürerek yönetmenin keyfini çıkarmaktır.

 

Yazarın Diğer Yazıları