Atatürk'ün ulema sınıflandırması

Yarın 10 Kasım. Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatının 80. yılı.

M. Kemal'in zamanında okunmaya başlanan "Andımız" sırf "Türk"ü silmek için kaldırıldı. "Hayır mesele 'Türk' değil; hatta biz de Türk'üz." deseler de, Ahmet Naîm ve gibilerinin izine basanların akıllarının bir tarafında hep "Türk" şüphesi yatmaktadır. Ah bir "Türk"ü toptan silseler ve hatta Türkçe diye bir dil olmasa! Mustafa Sabri örneğini verdim. Baş tacı edilen bu zat, "Hepimiz Arap olalım." diyordu. Peşin bir şey söylemeyeyim yine. Onun bu sözünün bir mantığı var, ama imkânsız. (Yunanların hâkimiyetinde Gümülcine'de çıkardığı Yarın gazetesinde, 1930'da, sırf Ankara'ya karşı olmak için uzun uzun yazdığı makalesinde Arap olamamaya hayıflanıp durmuştur. Ona da geleceğiz.) 

"Andımız"ı kaldıran Zat-ı Muhterem doğuda bir komşu ülkede de, bir başka kavim adı söylemişti. Şuyuz veya buyuz... Hiçbir önemi yok. Bütün samimiyetimle söylüyorum. Birkaç göbek geriye baktığımızda bambaşka asabiyetle karşılaşmayacağımızı kimse söyleyemez. Aynı kültürde yoğrulmuşuz. İnsanın kanına bakmak kadar ahmaklık düşünemiyorum.

Mustafa Kemal'in "din" ve "ulema"ya dair sözlerine devam edeceğim. M. Kemal'in aşağıda verdiğim sözlerine itirazı olan varsa karşıma çıksın!

"Hakikî ulema ile dine muzır [zararlı] ulemanın yekdiğerine karıştırılması Emevîler zamanında başlamıştır. Hazret-i Peygamber'in zaman-ı saadetle­rinde, Peygamberimizin irtihalinden (ahirete göçüşünden] sonra hulefâ-i Râşidîn hazerâtının [ilk dört halife hazretlerinin] zamanlarında, hep doğrudan doğruya Hazret-i Peygamber'in irşadıyla İs­lâm olan Hulefâ-i Râşidîn'in tenvîriyle [aydınlatmasıyla] selâmette bulunan kitle-i ümmet arasında hakikî nezahat, kalbî hürmet, ulvî bir irtibat vardı. Vakta ki Muaviye ile Hazret-i Ali karşı karşıya geldiler, Sıffin vak'asında Muaviye'nin askerleri Kur'ân-ı Kerîm'i mızraklarına diktiler ve Hazret-i Ali'nin or­dusunda bu suretle tereddüt ve zaaf husule getirdiler; işte o zaman dine mefsedet [fesatçılık], İslâmlar arasına münaferet [birbirine karşı nefret] girdi ve o zaman hak olan Kur'ân, haksızlığı kabule vasıta yapıldı. En mütehakkim [tahakkümcü] hükümdarlardan olan Muaviye'nin nasıl bir hile neticesinde sıfat-ı hilâfeti de takındığını biliyorsunuz. Ondan sonra bütün müstebit hükümdarlar hep dini âlet edindiler; ihtiras ve istibdatlarını tervîc [destek] için hep sınıf-ı ulemaya müracaat ey­lediler. Hakikî ulema, dini bütün âlimler, hiçbir vakit bu müstebit tacidarlara inkiyad etmediler [boyun eğmediler]. Onların emirlerini dinlemediler, tehditlerinden korkmadılar. Bu gibi ulema kamçılar altında dövüldü, memleketlerinden sürüldü, zindanlarda çürütüldü, darağaçlarında asıldı. Lâkin onlar yine o hükümdarların keyfine dini âlet yapmadılar. Fakat hakikat-i hâlde âlim olmamakla beraber sırf o kisvede bulundukları için âlim sanılan, men­faatine düşkün haris ve imansız birtakım hocalar da vardı. Hükümdar­lar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar, muvafık-ı dindir [dine uygundur] diye fetvalar verdiler. İcap ettikçe yanlış hâdisler bile uydurmaktan çekinmediler. İşte o tarihten beri saltanat tahtında oturan, saraylarda yaşayan, kendilerine halife namı veren müstebit hükümdarlar bu gibi hoca kıyafetli cerrârlara [(burada) maddî çıkarcı] iltifat ve onları himaye ettiler. Hakikî ve imanlı ulema her vakit ve her devirde onların mebgûzu [nefret edileni] oldu." (Atatürkçülük-Atatürk'ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, Ankara 1983, s. 278).

M. Kemal'in bu sözlerine var mı bir itiraz?! (Yarın son sözleri.)

Yazarın Diğer Yazıları