Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Özcan YENİÇERİ

Özcan YENİÇERİ

"Avrupalı Türkiye"

Bazı gazeteler, Fenerbahçe tur atlayınca “Avrupalı Fener” diye başlık attılar. Kronik sorun “Türban” söz konusu olunca “Türkiye Malezya Olur mu” diye yazdılar. Dini değerlere yönelim artınca da bazıları Türkiye, Suudi Arabistan mı oluyor, diye sorular sordular? Hatta iktidar kanadından bir milletvekili “korkuya gerek olmadığını Türkiye’nin ne Malezya ne de Arabistan’a benze-meyeceğini, Avrupalı olacağını” söyleyiverdi.
Hiç kimse niçin Türkiye’nin “Avrupalı”, “Suudi Arabistanlı” ya da “Malezyalı” olmak zorunda olduğunu tartışmayı dahi aklına getirmiyor. Türkiye’de yaygın ve etkin düşünceye göre, Türkiye’nin daha iyi geleceği şu veya bu olmasına bağlıdır. Türkiye’nin kendi olarak ya da kendi kimlik, değer ve dinamikleri üzerinden yükselerek ilerleyebileceği modern ve gelişmiş bir ülke olabileceğini, kimse aklına dahi getirmek istememektedir!
Kendisi olmanın dışında, her şey olmaya meraklı Türkiye’den başka bir toplumdan şu sıralarda bahsetmek mümkün değildir. Dünyanın her yerinde adı sanı duyulmamış etnik kimlik, çıkar ve mezhep kategorileri bile kendisi olmaya çalışırken, Türkiye’nin başkası olmak merakı anlaşılamaz durumdadır. Herkes kendisi olmayı, Türkiye ise başkası olmayı kafasına koymuş durumdadır. Türkiye’deki kendine güvensizliğin tarihi, sanıldığından da eskidir. Türkiye yıllardır eğitimde, kültürde, hukukta, ekonomide ve siyasette kendisinden dahi iyi konumda olan ülkeleri taklit ede ede bitiremedi.
Türkiye’nin yıllardır zihinleri iğdiş edilmiş, idrakleri endekslenmiş ve kendine güveni kaybolmuş kadroların elinde bulunması; ülkenin geleceğinden endişe edenlerin sayısını artırmıştır. Siyaset, medya, ekonomik ve akademik hayat; kutsal putları ve inekleri olanların denetimi altındadır.
Küreselleşmeyle birlikte kafalar, vicdanlar ve değerler o kadar cıvıklaştı ki, artık Müslümanlar kendi meşruiyetlerini bile Vatikan’a sormaktan utanmaz oldular. Brüksel ya da Washington tarafından denetlenmek ya da azarlanmak kimsenin onuruna dokunmaz olmuştur. Bağımsızlık ve egemenlik gibi kavramlar tehlikeli görülmeye başlanmıştır. Bu bağlamda alt kimlik/Üst Kimlik, Türk/Türkiyeli, İslam/Ilımlı İslam tartışmalarını birileri boşuna yapmıyor. Birileri Türkiye’de inadına bir arayış içindedir. Acaba hangi kültür ve tarih dairesine göre kendimizi tanımlamalıyız? Kendimize ne demeliyiz? Anadolu’daki Türk varlığını nasıl yok, ya da az saydırabiliriz? İnancımıza dışarıdaki malum merkezler karşısında meşruiyet kazandırmak için,  “ılımlı” olduğumuzu nasıl ifade edebiliriz? Bizim aslında Avrupalıdan ya da Amerikalıdan farklı olmadığımızı nasıl ortaya koyabiliriz? Bütün bu sorular Türkiye’de iktidara hâkim olan ideolojinin kendi kendisine cevap vermek zorunda olduğu sorular olarak ortaya yerde durmaktadır.
Türk değil “Türkiyeliyiz”; Öyle kavi İslam falan değiliz İslam’ın “ılımlı” versiyonuyuz, resmi tarihin dediği gibi kahraman bir millet de değiliz “soykırımcı”, “kimlik inkar edici” bir milletiz ve tarihimizle yüzleşmekten korkuyoruz! Hatta bizler Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen “Türkler de değiliz”, oradan da birkaç kişi gelmiş ama biz asıl “İon, Lidya, Asur, Bizans kalıntılarıyız”. Koskoca Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Chirac bile “Hepimiz Bizans’ın çocuklarıyız” lafını bunun için demişti.
Türkiye’yi yıllardır bu milletin tarihini, coğrafyasını, kimliğini, dilini, dinini, bağımsızlığını ve egemenliğini taşıyamayan kadrolar yönetmektedir. Onların yanaşmacı, aktarmacı, taklitçi, inkârcı, teslimiyetçi ve edilgen yaklaşımları Tükiye’nin dünyadaki imajını alt üst etmiştir. Elbette Asya’yla daha çok da Orta Asya’la bağlantılı Türkiye’ye “Avrupalı Türkiye” derseniz alacağınız cevap bellidir. Sarkozy, gayet açık bir biçimde “Türkiye büyük bir uygarlık, büyük bir devlet, büyük bir ulus olmakla birlikte, Avrupa’da değildir” diyor. Sakın Sarkozy de kim oluyor demeyin. O, Fransa’nın Cumhurbaşkanıdır. Siz daha bir kırıntı devletin başı olan Tasos Papadopolus’u aşamadınız, Sarkozy’yi nasıl aşacaksınız?

Yazarın Diğer Yazıları