Bağ bağışlayana üzüm esirgenmiş

Devlet ya da parti başkanı mısınız? Ya da bir spor kulübü başkanı mı? Hangisi iseniz çok dikkatli olmalısınız. Zira sizden evvel oraları yöneten "mevkidaşlarınız" vardı. Şayet siz kahraman olmak, gönüllere girip yüzyıllarca hatırlanmak istiyorsanız; öncelikle beceriden çok "Adalet, güvenilirlik ve sevecenlik" orantısını iyi ayarlayıp yanlışa mani olmalı, bunu da vatandaşa ispat etmelisiniz. Bunu yapmıyor ya da bu orantıyı kuramıyorsanız, diğer mevkidaşlarınızla "sürekli mukayese" edilir, ekside (-) iseniz de er ya da geç gönülden düşersiniz.

Bakınız bu hususta yapılması elzem iki örnek vereyim. Bizler devlet yönetiminde bir teamüle şahidiz. Bu teamüle göre insanlar devlette "Ağalık vermekle" ifadesine inanmışlardır.

Bu yönetim anlayışıyla bizler, devleti yönetirken bazı hizmetleri devlet kesesinden yaptırırken, bazılarını da hali vakti yerinde "hayırsever ve vatansever" insanlara yaptırmayı yöntem seçerdik. Bu şimdi sizin SPONSORLUK diye koşuşturduğunuz ve başarılı olmakta zorlandığınız işti. Bu okul olurdu, cami olurdu, yol, çeşme, hastane olurdu. Buna 2000'li yıllarda spor tesislerini de ekledik. Spor teşkilatı olarak "100 GÖNÜLLÜ 100 TESİS" diye bir proje yaptık. Devlet de arkasında durdu. Hangi hayırsever bu yöntemle spor tesisi yapacaksa arsasını devlet verdi. Hayırsever de tesisi yapıp adını koydu. Gençlik ve Spor Bakanlığı da kendisine "ömür boyu tüm sportif müsabakalara serbest giriş kartı" verir, o kartları da Spor Bakanı imzalardı.

***

Bu proje şimdiki hastane, paralı yol, havalimanı gibi "yapanın kazandığı" bir sistem de değildi. Bunda "almak yoktu, sadece vermek" vardı. Verilen de sadece bir "serbest giriş kartı" idi. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Hükümet 2003'te "Devlet geleneğinden uzak" birini Türk sporunu yönetsin diye Gençlik Spor Genel Müdürlüğü'nün (GSGM) başına getirdi. O da sporun başka sorunları yokmuş gibi ilk iş yönetmeliği değiştirerek devletin hayırsever vatandaşa karşı verdiği "sözü yedirdi". Devlet de daha önce verdiği sözden dönmüş oldu. Rahmetli Spor Bakanı Fikret Ünlü ve valilerin imzası da çöp oldu. Bu uygulamada sporu yönetmek sayıldı.

Şimdi TC Devleti'ni yöneten tek yetkili Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Sayın Gençlik ve Spor Bakanı Dr. Mehmet Muharrem Kasapoğlu'na soruyorum; "Allah aşkına ya Karabağ ya ölüm" diye haykırdığımız bu birlik zamanında, Yüce Türk Devleti bu kusuru sürdürecek mi? Devletine güvenerek spora 18 sene önce sponsorluk yapan hayırseverin, devletten aldığı hak yok mu sayılacak? Yok sayılıp "Töre ve gelenek bilmeyen" bir adamın kusuru nedeni ile devletin yara almasına müsaade mi edilecek?

***

Gelelim ikinci örneğe... Biz ne kulüpler ne kulüp başkanları ve ne genel sekreterler ve yönetimler gördük. Devlet, siyaset, spor yönetimi hep el ele verir, nezaketle sporu idare ederdik. Kulüplerimiz 1998'den itibaren arzu ettiler, Şimdi "ofislerini içlerine yaptıkları" devletin tüm statlarını "alın kullanın" diye kendilerine tahsis ettik. Özellikle 3 büyük kulübümüz, arşivlerindeki söz konusu teslim belgelerindeki imzaları inceleyip, neyi nasıl elde ettiklerini görebilir. Adı geçen tarihlerde tüm başkan ve yöneticiler bırakınız çalışanlarını, tüm camiayı çok iyi tanır ve itibar ederdi. Birlikte bir aile olarak yürekler toplu atar, başarıya bu sinerji ile koşarlardı. Şimdi bakıyorum da yeni kulüp başkanları bu avantajı kaybetmiş. Zira öyle bir yönetim yapmışlar ki yöneticiler bırakınız camiayı, kendi Yüksek Divan Kurulu üyelerini tanımıyorlar. Bir afra, bir tafra, "sanki din iman para". Sevecenlik ortadan kalkmış. Adam sponsor diye kendine görev vereni tanımaz olmuş. Baba bağ bağışlamış, oğul bir salkım üzümü esirger olmuş. O nedenle bu yönetici tiplemesi ile de Pele'yi alıp getirseniz gönüllere girmeniz zor. Bizden söylemesi.

 

Yazarın Diğer Yazıları