Bahadırhan Dinçaslan: "Suriyeliler bir beka tehditidir"

Bahadırhan Dinçaslan: "Suriyeliler bir beka tehditidir"
Kültürlerarası İletişim Uzmanı Bahadırhan Dinçaslan, Suriyeli sığınmacılara ilişkin önemli açıklamalar yaptı. Dinçaslan, terör örgütlerinin göçten beslendiğini belirterek, Suriyeli sığınmacıların Türkiye için bir beka tehditi oluşturduğunu ifade etti.

Suriyelilerin neden olduğu toplumsal gerginlik gündemde her geçen gün daha fazla yer tutmaya başladı. Yurt dışında yaşayan Suriyelilerin Türk Bayrağı ve Atatürk resmine hakaret ederek hazırladıkları propaganda görselleri, özellikle sosyal medyada tartışmaların fitilini yeniden ateşledi.

Kültürlerarası İletişim uzmanı Bahadırhan Dinçaslan Türkiye'de yaşayan Suriyeli sığınmacılar ile ilgili soruları yanıtladı. 

Soru: Bahadırhan Bey, Suriyelilerin bir beka tehdidi oluşturduğundan söz ediyorsunuz. Bu iddianızın temelinde ne var?

BD: Evvela bu işin adına “Göç, mafya, tarikat” diyelim. Bayağı baştan alalım: Tarikat ve cemaatlerin neredeyse istisnasız bir şekilde müridlerine dayattığı bir tavır vardır: “Şeyhi, hocayı, mesihi, mehdiyi (…) babandan/annenden çok seveceksin.” Güçlü aile bağlarına sahip, aidiyetler ve kimlikler hiyerarşisi içinde tanımları net olan bir bireyin, bir diğer bireyin emrinde “ölü yıkayıcının elinde ölü” (gassal yedinde meyyit) olacak kadar kişiliğini yitirmesi için, diğer bağlar zayıflamalıdır.

Kurulu bir düzen içinde halinden memnun ve aidiyet/kimlik karmaşası yaşamayan bir bireyin tarikatler, cemaatler yahut diğer örgütlenmeler tarafından devşirilmesi pek mümkün görülmüyor. Bu durumun daha iyi anlaşılması için, bu analize konu olan üç anahtar kelimeden biri olan “tarikat”ın uhrevi değil, seküler bir kurum olduğunun altı çizilmeli. Elbette tarikatin kullandığı dil dinîdir, ancak bir kurum olarak tarikat, dini gerekçelerle değil, sosyolojik gerekçelerle var olmaya devam eder ve güçlenir. İslam açısından ortaya çıkışları yeni fethedilen bölgelerde özellikle Fars ve Türklerin müslümanlaştırılması gayesine dayanan tarikatler, bir süre sonra kurucu işlevlerinden uzaklaşarak dünyevi güç odaklarına dönüşmüş ve devletlerle sürekli çatışmışlardır. Modern dönemde, bilhassa Türkiye özelinde ise tarikat/cemaat, köyden kente göçmüş bireyin hayata tutunma çabasına hitap eden ve göçten beslenen kurumlardır. Kırsal yaşamdan koparak kente göçen birey, kent yaşamının birçok dinamiğine yabancıdır, ne yapacağını bilmiyordur ve alıştığı kimlikler, aidiyetler şehirde anlamsızlaşmıştır. Bu noktada kendisinden daha önce şehre gelmiş ve “düzenini kurmuş” kimselerden müteşekkil bir tarikat, ona reddedemeyeceği bir teklifle gelir: Birçok alanda yol gösterecek, evlenecek kadın/erkek bulmaktan memuriyet tayinine her alanda ona yardımcı olacak bir yapı ve karşılığında sonsuz sadakat. Geleneksel aidiyetleri ve bağları kırılmış, dolayısıyla bir “radikal” olarak şehir içinde savrulmaya müsait, savunmasız hisseden birey, bu sayede “belirsizlikten kaçınma içgüdüsü”nü tatmin ederek tarikate bağlanır. Tarikatin vaat ettiği nimetlerden faydalanır ve tarikate maddi/manevi destek vererek güçlenmesini sağlar. Tarikatin merkez kadrosu ise bu maddi ve manevi gücü siyasi, ekonomik, sosyal kazanımlara dönüştürür, döngü bu şekilde devam eder.

Soru: Burada mafyayla bir benzerlik de ortaya çıkıyor değil mi?

BD: Pek tabii. Bu “seküler tarikat”lere benzer biçimde ortaya çıkan bir diğer fenomenin mafya olduğunu söylemek mümkün. Sözgelimi, Amerika’ya göçen İtalyanlar için “Mafia” aynı işlevi gören bir “tarikat”tir diyebiliriz. Mafia, bireye “koruma” sağlar, karşılığında sadakat ve hizmet bekler. Bu sadakat ve hizmeti, güce dönüştürür, bu güç sayesinde de “aile”yi korur, kollar ve geliştirir.

Tarikatler ve mafyöz yapıların yanında örgütler de “göç”ten beslenirler. PKK’nın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da menfur faaliyetlerine başlamasını takip eden süreçte batı illerine yönelen Kürt göçü, bu illerde hem tarikatleri, hem mafyayı beslemiş, hem de özellikle 2000’li yıllarda PKK’nın hazır bir “şehir gerillası” kitlesine sahip olmasına neden olmuştu. İç göç nedeniyle hayata “sıfırdan” başlamak zorunda kalan Kürtler, ekseriyetle kentlerin “varoş”unu teşkil etmiş, gettolara hapsolmuş, bu varoşlarda da mezkur yapılar ava çıkmışlar ve yukarıda sayılan sebeplerden masun olmayan Kürtler üzerinde tesir sahibi olmuşlardır. Radikal’de vaktiyle çıkmış bir dosya vardı, “PKK’nın Z Nesli ve Füzyon Radikalleşmesi”. Mutlaka okumanızı öneririm. Özellikle varoşta doğan ve klasik köy hayatının gelenek ve teamüllerinden tamamen kopuk, ancak kentli düzen içerisinde de kendine yer bulamamış Kürt gençleri, PKK’nın hareket ve düşünce pratiğini dahi etkileyen bir işlev üstlenmişlerdir.

Soru: Buradan şu anlam mı çıkıyor, siz tarikat, mafya ve örgütü aynı görüyorsunuz?

BD: Sibernetik açıdan, yani üstlendikleri işlevler açısından farksızlar diyebiliriz. 1980’li yıllarda ABD’de ortaya çıkan Mara Salvatrucha örgütü, bu konuda ilginç bir vaka örneği teşkil ediyor. El Salvador’da gerçekleşen iç savaş nedeniyle sığınmacı konumuna düşerek Amerika’ya gelen El Salvadorlular arasında kurulan örgüt, kısa sürede büyümüş ve dünya çapında uyuşturucu ve insan ticareti, kara para aklama gibi suçları organize bir şekilde gerçekleştiren bir yapıya dönüşmüştü. Amerika’ya kayıtdışı mülteciler olarak gelen El Salvadorlular, yerleştikleri büyük şehirlerdeki gettolarda hayatta kalmak için “dayanışma”ya mecbur olduklarını fark ettiler. Çoğunun kimliği yoktu, yasadışı göçmen statüsündelerdi ve sayıları çok fazlaydı. Mara Salvatrucha böyle bir manzarada, klasik bir dayanışma topluluğu görüntüsüyle kurulmuştu. Vaktiyle Amerikan subayları tarafından eğitilmiş bir paramiliter olan Ernesto Deras’ın yapının başına geçmesiyle, kısa sürede on binlerce evsiz, umutsuz ve “gözüpek” Salvadorluyu birleştiren bir “mafya”ya dönüştü. Yasadışı statüleri nedeniyle Salvadorluların iştigal ettikleri kayıtdışı ekonomik faaliyetlerin tekelleştirilmesiyle başlayan süreç, taşeronluğa ve nihayet “organize suç”un ötesinde, ciddi ve uluslararası bir “örgütlü suç” makinesinin doğmasıyla sonuçlandı. Mara Salvatrucha, faaliyetlerine devam ediyor ve üstelik Salvadorluların kurduğu tek örgüt de değil. Meksika, Guatemala, Kolombiya gibi ülkelerden gelen çoğu kayıtdışı göçmenlerin oluşturduğu mafyöz örgütlerle birlikte, Amerikan iç güvenliğinin en önemli sorunlarından birini teşkil ediyor. Meela 2016’da Euromaidanpress’te yayımlanmış “Putin Happy to See Refugee Crisis Unsolved” yazımda mülteci sorununun örtülü savaşlar kapsamında bir silah olarak kullanıldığı ve hem iç, hem dış güvenlik açıklarına yol açtığını belirtmiştim.

Soru: Yani göçle başlayan toplumsal dönüşümler, göçün etkileri bu üç yapı için elverişli bir ortam sağlıyor?

Dr. Alex P. Schmid, Uluslararası Anti-Terör Merkezi (ICCT) için kaleme aldığı “Terörizm ve Göç Arasındaki İlişki” başlıklı çalışmasında, çok önemli hususların altını çizmiş. Buna göre,

Sivillere yönelik terör faaliyetleri bazen kasti olabiliyor. Bu faaliyetler ne kadar şiddet içeriyorsa, göç oranı o kadar artıyor.

Bu göç, çoğunluğu gelişmekte olan (ekonomisi ve standartları görece zayıf) ülkelerde yer alan mülteci kamplarının doğmasını sağlıyor. Terör örgütleri bu kampları daha sonra militan devşirme sahaları olarak kullanıyorlar.

İç savaş ya da terör sebebiyle göç eden insanların yerleştiği ülkeler, yeni terör faaliyetlerinin planlandığı üsler haline geliyorlar.

Göçmenlerin bu ülkelerde doğan çocukları, kimlik karmaşaları sebebiyle, ait oldukları ülkenin teröristlerini kendilerine ikon olarak seçmeye meyyal oluyorlar.

Göçmenler terörist, teröristler göçmen olabiliyor.

Çok sayıda göçmen alan ülkelerde, doğru yönetim uygulanmazsa, hem uluslararası terörist faaliyetleri artıyor, hem de “yerli” teröristlerin etkinliğinde artış gözlemleniyor.

Şu halde, tarihi örneklere ve yapılan çalışmalara bakılınca, yaklaşık 5 milyon gibi devasa bir sayıya ulaşmış Suriyeli göçmene ev sahipliği yapan Türkiye, ekonomik, sosyal ve siyasi sorunların yanında, doğrudan güvenliğini tehdit eden bir beka tehdidiyle karşı karşıyadır. Halihazırda iç göçün dinamiklerinin doğrudan ve dolaylı olarak beslemesi nedeniyle kronikleşmiş terör ve “paralel yapı” sorunlarıyla uğraşan Türkiye, her gün giderek artan bir “Suriyeli radikalleşmesi” tehlikesine karşı politika üretmemektedir.

Soru: Pekala göçün bu etkilerinin üstesinden gelmek için ne yapmalı? Ne öneriyorsunuz?

BD: Kurulu düzeninden kopmuş, aile bağları zayıflamış, yeni bir düzen içerisinde varlık edinmeye çalışan Suriyelilerin hem çete/mafya yapılarına, hem yeni paralel devletler yaratacak tarikat tuzaklarına, hem de yerli ve uluslararası terör örgütlerine karşı yumuşak karın teşkil ettiği şüphe götürmez. Üstelik Türkiye’de doğan ve aynı “PKK’nın Z Nesli” gibi daha marjinal olması beklendik olan Suriyeli çocuklar gerçeği var. Bu veçhile, Suriyelilerin Türkiye’den gönderilmesini savunmak, yalnızca ideolojik Türk milliyetçiliğinin değil, ülkenin geleceği ve güvenliği ile ilgili kaygı duyan herkesin ajandasının bir numaralı maddesi olmalıdır. Halihazırda etnik ve ekonomik çalkantıların sürekli kaşınmasından beslenen bir PKK ve kentlileşemeyen Müslümanın zaaflarını sömüren bir FETÖ örneği elimizde varken, hem tarikat, hem terör yapılarının (hatta iki yapının da özelliklerini tevhid eden El-Kaide, IŞID gibi yapıların) yeşermesi için elverişli bir petri kabı manzarası arz eden 5 milyon insanın varlığının savunulmasının hiçbir akli ciheti olmadığı gibi, hem Türklerin, hem Suriyelilerin selameti açısından çokça dile getirilen “insani” cihetten de, Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri en doğru yol gibi görünüyor.

Meselenin bir diğer ciheti de, Kuzey Suriye’de temelleri atılan müstakbel Kürt Devleti için demografyanın tanzim edilmesidir. Ülkemize gelen Suriyelilerin orijinlerine dair bir çalışma bulmakta güçlük çektim, ancak coğrafi yakınlık ve çatışmaların şiddetlendiği bölgeler düşünülünce, ülkemize özellikle Kuzey Suriye’den bir Arap akını olduğunu söylemek mümkün. (Türkmenler de buna dahildir.) Bu durum, Kuzey Suriye’de demografik yapının Kürtler lehine bozulması demek ki, yanlış politikalar nedeniyle Kuzey Irak’ta hem ekonomik, hem demografik dengelerin Kürtler lehine bozulmasının Türkmenlere ve Türkiye’ye nasıl bedeller ödettiğini hatırlamak için çok geçmişe gitmeye gerek yok. Arap nüfusun Kuzey Suriye’ye geri dönmesi, kurulması planlanan Kürt Devleti’nin önünde en ciddi engellerden birini teşkil edecektir.

Şu halde, Suriyelilerin etkisine kaçınılmaz bir tepki olarak doğacak zenofobinin, hele ki ekonomik kriz koşullarında tırmanacak toplumsal gerginliğin Türkiye’ye daha büyük bedeller ödetmesini beklemeden, akla uygun ve insani bir “Suriyelileri geri gönderme planı”nın bir an önce masaya konması gerekiyor. Bu zenofobinin nelere mal olabileceğine dair bir vaka analizi için, Milli Düşünce Merkezi’nde çıkan “Avrupa’nın Yeni Hayaleti: Yeni Zelanda Katliamının Analizi” başlıklı çalışmama bakabilirsiniz. Böyle bir plan yoksa, tarih mevcut karar vericiler ve politika yapıcıları asıl beka sorununa kör kalıp havanda su döven aymazlar olarak yazacaktır.