Barış mı, uzlaşma mı?

1960’da Türkiye ile Yunanistan arasında, Lozan’daki Türk-Yunan dengesini koruyan, Enosise ve Taksime kapalı, fiili ve etkin garantilerle sağlama bağlanmış bir anlaşma yapıldığını, barışa kavuştuğumuzu zannetmiştik. 1963 olaylarından bugüne kadar devam eden olaylar bize, 1960 Antlaşmasının barış getirmediğini, taraflardan birinin, kendine uygun bir zamanda ortadan kaldırmaya teşebbüs edebileceği bir uzlaşmaya varılmış olduğunu gösterdi. Barış nedir, uzlaşma nedir sorusuna, böylelikle gerçekçi bir yanıt verebilecek tecrübe kazanmış olduk, hem de binlerce şehit ve yaralı vererek! Binlerce şehit ve yaralı vererek, 1955’den itibaren göç nedir, adanın yüzde üçüne hapsedilmek, yollardan ve iş yerlerinden alınıp öldürülmek nedir, Rum-Yunan siyasetinde bizim yerimiz ve statümüz nedir sorularının yanıtlarını da öğrenerek!
Gelecek nelere gebe!..
Lozan Antlaşmasına, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız-Alman anlaşmasına bakalım. Bunların 1960 Kıbrıs uzlaşmasından farkı neydi? Fark, taraflar geçmişte yapılanları kabul ediyor ve aralarında yapılan barış anlaşması karşılıklı egemenlikleri üzerine bina ediliyordu. 1960 Antlaşması yapılırken Rum-Yunan ikilisi, 1955-58 yılları arasında Kıbrıs Türklerine yaptıklarını ne ikrar ettiler, ne de herhangi bir şekilde Türklere tazminat verdiler. Tam aksine, bunları yapanlar ödüllendirildi; baş tedhişçiler bakan yapıldı, güvenlikten sorumlu mevkilere atandı. Gözle görülür şekilde 1960 rejimini Enosise sıçrama tahtası olarak kullanma eylemleri karşısında ne Garantörler, ne de dost ve müttefik addedilenler  “durunuz, yapmayınız”  diyebildi. Böylelikle kâğıt üzerindeki uzlaşma 1963’de başımıza yıkılıverdi. 
Bugün Sn. Talat, yoldaşı Hristofyas ile 1960 benzeri yeni bir uzlaşma yapmak için uğraşmaktadır. Görüşme sürecini başlatabilmek için peşinen Hristofyas’a ve dünyaya ayrı egemenlik, ayrı devlet istemediğini, iki cemaattan oluşan tek halk formülünü kabûl ettiğini, 1960 Antlaşmasındaki Türk-Yunan dengesini ortadan kaldırmak için  “Rum tarafının Kıbrıs olarak girdiği”  AB üyeliğini tamamlayacağını kabul etmiştir. Hristofyas ve Milli Konsey “olmadı, daha da ver” demektedir. Sn. Talat’ın Hristofyas ile yaptığı özel, baş başa, görüşmelerde daha nelerin konuşulduğu, geleceğin nelere gebe olduğu bilinmemektedir. Sn. Talat bize dünyalı olmayı vaat etmekte, Annan Planı zamanında olduğu gibi, AB cennetini göstermektedir. Bunu elde etmek için devletimizden, egemenliğimizden, kendi kaderimizi tayin hakkından, Türkiye’den ve milli garantilerden vazgeçmekte olduğumuzu  “Ben hiç taviz vermedim ki”  diyerek gizlemektedir.
Tarih ve şehitler affetmez...
Rum tarafında, genelde %45 Rum ve Rum gençleri arasında (18-35 yaşlarında) olanların %65’i -Rum istatistiklerine göre- Türklerle bir arada yaşamak istememektedirler. Rum gençlerinin %60’ı, EOKA yanlısı bir tutum içindedir. Rum halkının %99.5’i, Garanti Anlaşmasına hayır demektedir ve bir o kadarı da AB normlarından Türkler lehine derogasyonu asla kabul etmeyeceklerini söylemektedirler; partilerin çoğu dönüşümlü başkanlık safsatasını da kabul etmemektedirler. Rum liderliği hâlâ, Kıbrıs meselesinin 1974’de başlayan ve Türk işgalinden kaynaklanan bir mesele olduğunu söyleyebilmektedir.
Bütün bunlara rağmen, dünyanın baskısı ile ve Türk tarafının daha da vermek zorunda kalacağı tavizler sonunda 1960 benzeri kâğıt üzerinde bir anlaşma yapıldığı takdirde, böyle bir anlaşmanın ömrü kaç yıl olacak sorusunu sormak ve geçici bir uzlaşma değil, kalıcı bir uzlaşma istemek bu halkın hakkı değil midir?
O halde halkımız Sn. Talat’ın dünleri inkâr edip, dünyayı vaat eden siyasetinin bizi olsa olsa geçici bir uzlaşmaya götüreceğini ve bunun kısa vadede Rum’a teslimiyete dönüşebileceğini bilmelidir. Barış, gerçeklerin kabulü ile mümkündür. Bu gerçekler TBMM’de ve KKTC’nin Meclisinde kayda geçmiştir; Türkiye’den gelen temsilciler tarafından (Sn. Başbakan Erdoğan dahil) tekrarlanmaktadır. Eroğlu ve ekibinin varmak istediği sonuç işte bu kalıcı barıştır. Devlete, egemenliğimize, halkımızın kendi kaderini tayin hakkına sahip çıkarak kalıcı bir barış. Bu kararlılık gerektirir. Kan ve can ile elde edilip 27 yıldır yaşatılmış olan devletimize sahip çıkmakla olur. İki devlet arasında barış ve federasyon veya ortaklık mümkündür. Federasyon yapacağız diye halkımızı, Rum çoğunluğunun boyunduruğu altına sokmak hakkı, kimsede yoktur. Kıbrıs’ı Girit’e döndürmek isteyen Rum-Yunan ikilisine boyun eğenleri tarih de şehitlerimiz de affetmeyecektir.

Yazarın Diğer Yazıları