Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Muhiddin NALBANTOĞLU

Muhiddin NALBANTOĞLU

Batı ile son hesaplaşma sonrasında kazanılan Türk Zaferi

Türk tarihinin zaferler ayı olarak bilinen Ağustos ayında irili ufaklı 62 zafer kazandığımızı tarihler kaydeder. Bu büyük zaferlerimizin en kesin sonuçlusu olan 30 Ağustos Büyük Türk Zaferi aynı zamanda bütün Batılı ülkelerin de yenilgisi mahiyetinde idi.
Bu Türk zaferi sonucunda ortaya çıkan durum, tarihe yepyeni bir Türk devletinin, tamamiyle millî ve dipdiri bir Türk Devletinin doğmasını sağlamıştır. Avrupalı emperyalist güçlerin tam bir oyunu olarak ortaya çıkan ve Sevr’in zorla Türklere kabul edilmesi için tertib edilen bu Anadolu seferi, onların oyuncağı olan ve kendi küçük ülkesinin ulaşamayacağı bir serüven halinde başlayıp sona eren Yunan macerası, aynı zamanda tarihin bir dönüm noktasıdır. Avrupalı emperyalist güçlerin ve sömürgeler devrinin de sonunu ilân eden bir Türk zaferidir. Bu büyük Türk zaferidir ki, Batılı ülkelerin demir pençeleri altında inleyen esir ülkelerin ayaklanması ve millî devletlerini kurmak için savaşmaları dönemini de başlatmıştır. Üstad rahmetli Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyimi ile artık her zincir kırılışının başında Anadolu mücâhedesi, Türk kurtuluş savaşı ve sonuçları anılacaktır.

 

 

Zafer kolay kazanılmadı
Bizim öğrencilik çağlarımızda ilk ve ortaokul kitaplarımızda hep Türk İstiklâl Savaşı’nın şiirleri vardı. Sonraları bu şiirler büyük sansürlere uğrayarak okul kitaplarından budandı, tamamen kaldırıldı. Biz asıl Türk Kurtuluş Savaşı’nın ruh yapısını, millî vicdanını, ızdırabını hep bu şiirlerle öğrendik. Ezberledik. Halâ bu yaşımda bile gün gibi hafızamdadırlar. Burada çocukluk yıllarımın hafızasından bir kaç mısra sıralayayım:
“Bir avuçtan fazla insan değildik
Bize dünya düşman oldu, yenildik
Bilirlerdi şan vermiştir eski Türk
Sandılar ki can vermiştir eski Türk
Topumuzu, süngümüzü aldılar
Ülkemize Yunanlıyı saldılar
Minareler duyguları var gibi
Bizi kurtar! Bizi kurtar ya Rabbî,
Deyip yanan şehirlere kapandı
Bu yıkılan bütün herşey vatandı

 


***

 


Bu şiirlerin binlercesi bizim neslin hafızasındadır. Daha sonraları yine aynı mahiyetteki zafer şiirleri ile Türk Kurtuluş Savaşını öğrendik:
“Tekbirle hücûm sesleri gökkubbeyi buldu,
Hür Ankara’nın savleti Afyon’da duyuldu,
Ulu serdarla ardındaki Müslüman ordu,
Allah diye seslenerek cenge koyuldu.”

 


***

 


“Türk ordusu saldır, hedefin Akdeniz olsun,
Yunan denilen sıska hariminde boğulsun.
Tarihi kül olsun, o lâin bayrağı sönsün,
Şanlar dolu tarihime bin menkıbe dolsun”

 


***

 


Öyle de olmuştur. 26 Ağustos 1922’de sabaha karşı başlayacak olan Büyük Türk Taarruzunun hazırlık safhaları büyük bir gizlilik içinde devam etmiştir. Türk birlikleri saldırı hattına doğru yığınak yaparken, gündüzleri birer ağaç gölgesine gizleniyor, yürüyüşlerini hep gece yapıyorlardı. Tâ ki o sabah saldırı hareketimizin başlayacağı saatlere kadar karşı tarafın hiçbir haberi olmamıştır. Altı adet Yunan keşif uçağının bütün   uçuşlarına rağmen hiçbir haber alamamışlardır.
O güne kadar Ankara’da çalıştığı Türk istihbaratınca da bilinen bir İngiliz gizli ajan teşkilatı TBMM’deki gizli görüşmeleri bile iki gün sonra öğreniyordu.
Türk saldırı hareketinin başlamasından 10 gün önce Türk hükûmetinin bir emri ile Anadolu’nun bütün dünya ile irtibatı kesilmiştir. Öyle ki, sahillerden bir tek kayığın hareketi bile yasaklanmıştır. Telefon, telgraf ve mektup gibi her türlü muhaberat aracı çalıştırılmamıştır. Ankara’daki İngilizlerin  “Karajumbo”  casus teşkilatları hiç bir haber alamamışlar ve Londra’ya ulaştıramamışlardır.
Açıkça söylemek gerekirse, İngiliz ajanları atlatılmışlardır. Londra ancak Türk orduları İzmir’e doğru akmaya başladığında durumun farkına varmıştır. Elbette ki Yunanlıların yardımına da geçememiştir.

 


Taarruz nasıl başladı?..
Türk ordusunun 26 Ağustos sabahındaki hazırlık ateşinden birkaç saat sonra, Piyade Tümenleri saldırıya geçerek düşmanın ilk hatlarını yardılar. Daha, sabahın erken saatlerinden itibaren düşman büyük bir şaşkınlık içine düşmüştü.
Ertesi gün, 27 Ağustos’ta Yunanlıların uzun çalışmalar ve büyük emeklerle sağlamlaştırdıkları bütün istihkâmlar Türk askerinin metin saldırısı sonucunda birer birer aşılıyordu. Aslıhanlar dolaylarındaki önemli düşman kuvvetleri sarılarak bütünüyle yok edildiler. Sağ kalanlar kuzeye doğru kaçmaya başlamışlardır.
30 Ağustos’ta bizzat Türk Orduları Başkomutanı Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa tarafından yönetildiği için Başkomutanlık Meydan Savaşı adını alan çarpışmalar başlamıştır. Bu çarpışmalar sonucunda, boğaz boğaza yapılan amansız bir savaş sonucunda düşmanın ana kuvvetleri büsbütün yok edildiler. Geri kalanların büyük bir kısmı da esir edildiler. Savaş alanının büyük bir kısmındaki Türk kasaba ve köyleri ise büyük bir katliama uğrayarak halkı vahşice öldürülüp evleri yağmalandıktan sonra ateşe veriliyordu. Bazı yerleşim birimlerinde sivil halk, kadınları, çocukları ve ihtiyarları ile beraber ahşap köy camilerine doldurularak gazyağı döküp ateşe veriliyordu. Can havli ile yangından kaçanlar ise camilerin önüne dizilen mitralyözlerin ateşi ile öldürülüyorlardı. Bu köyleri yakmak emrini veren Yunanlı subaylar -başlarında Başkumandanları General Trikopis olduğu halde- Türk ordusunun esirleri durumuna düşmüşlerdir. Bu esir Yunan generallerini karşılayan Türk Ordusu Kurmay Başkanı General Asım Gündüz’ün onlara Türkçe ilk hitabı bir tokat gibi suratlarında şaklamıştır:
 “Sizleri medenî bir ordunun mensupları olarak mı, yoksa bir eşkıyâ sürüsünün temsilcileri olarak mı karşılayacağımdan mütereddidim?!..”
Yunanlı esir komutanlar kendilerine bir araç sağlanmasını, iskân edilecekleri yöreye yaya gönderilmemelerini istediklerinde ise:
 “- Şu anda sizin emirleriniz doğrultusunda askerleriniz Türk şehirlerini ateşe vermekle meşguldürler. Bütün araçlarımız ordunuzun peşinde süratle bu cinayetlere engel olmak için seferber edilmişlerdir. Gideceğiniz yere kadar siz de bizim gibi yaya gitmek zorundasınız” deniliyordu.
Yine de onları Türk asaletine sığacak şekilde, kimsenin tacizine uğramadan uzun zaman Anadolu’da iskân ettik. Ülkelerine sağ salim gönderdik. Bu Yunanlı generallerden çoğu kendi ülkelerinde yargılanarak kurşuna dizildiler. Suçlanma sebepleri ise Anadolu’daki başarısızlıkları idi. Oysa bu sonuç daha Anadolu istilâsının başladığı günlerde, Anadolu’da zaferden zafere koştukları anlarda bile belli olmuştur.

 


Zaferin sonuçları üzerine
Kurtuluş Savaşımızı sona erdiren bu büyük Türk Zaferi öyle bir zaferdir ki, Viyana’dan başlayan bozgun, Ankara önlerine kadar gelmişti. Türk bayrağı eski şahsüvarların kavukları üzerinde bir kızıl gül gibi zaferden zafere koştuktan sonra çocuklarının başına bir yas çevresi gibi düşüyordu. Fakat Anadolu bozkırlarındaki bir avuç büyük mazlumun direnmesi sonucunda yeniden doğdu. Bir kızıl yele gibi göklere doğru savrulmaya başladı. Ankara önlerinde Sakarya’da durdurulan ve geri atılan bu zaferimizde biz yeryüzündeki Son Türk Devletinin kalesini savunduk.

Yazarın Diğer Yazıları