Benzerliğin böylesi

Necati Doğru, Başbakan’ın uçağına doldurup Lizbon’a götürdüğü “köşe yazarları”nı “köşe yastığı”na benzetti.

Kaşalot yakıştırması argo kaçıyor, beni affedin. Biliyorsunuz, kaşalot kelimesini halk, “budala, aptal, embesil” etiketi ile anmak istediği insanlar için kullanıyor.
Zekâ seviyesi düşük.
Algılaması zayıf.
Başbakan uçağına bindirip kendisiyle Lizbon’a götürdüğü ve bulutların üstünde havada uçarken, karşısına “köşe yastıkları gibi ya da ramazan güllacı doldurulmuş beyaz porselen çanakları gibi dizip” fotoğraf çektirdiği gazetecilerin “kaşalot olduğunu” ilan etti.
Yakıştı mı!
Sizi uyarmıştım.
Binmeyin demiştim.
Haklı çıkmak bana acı veriyor. Daha önce aynısını; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yapmıştı. Uçağına aldığı gazetecileri, “söylediğimi anlamadılar” diye özetleyebileceğim şekilde küçük düşürmüştü.

***

Hatırlıyor musunuz?
Notta; “Karısı kara çarşaf giyer” diye yazıyormuş, Cumhurbaşkanı, “doğru mu bu not, kontrol edin” diye basiret göstermiş, “Efendim, araştırdık, bu profesör hiç evlenmemiş” diye bilgi getirmişler. Cumhurbaşkanı uçağına binen gazeteci arkadaşlar, “ne söylediyse, ne ima edildiyse” onu yazdık dediler. Fakat bir gün sonra; “YÖK’ün Cumhurbaşkanı önüne giden aday listelerine not yazmadığı” ortaya çıkınca Cumhurbaşkanı, “Ben notu YÖK yazdı demedim” diye açıklama yaptı.
Yani!
Kaşalot gazeteci!
Hem uçağa biniyor!
Hem söyleneni anlamıyor!
YÖK yazmadıysa kim yazdı?
Kim koydu Cumhurbaşkanı’nın dosyasına o notu? 10 gün geçti, notu koyan da bulunmadı, Cumhurbaşkanı uçağına binip de “türbanlıya zulüm ediliyor, inanmışlar mağdur ediliyor ezberine” alet olan gazetecilerden hiçbiri de haberinin takipçisi olup, “Sayın Cumhurbaşkanı, bizi kaşalot yerine koydunuz, bari notu iliştireni bulunuz” diye tek satır gönüllenme yazısı bile yazmadı.

***

Bir hafta geçmeden bu kez de Başbakan’ın uçağına binip, Lizbon’a giderken havada uçak gövdesinde yine 6 kalem sahibi yazar yan yana dizilip fotoğraf çektirdiler.
Başbakan söyledi.
Yeni yasa yapılıyor.
PKK dağdan   inecek.
Anasının yanına dönecek diye 6 kalem, aynı şekilde tıpatıp anlamış olarak yazdı. Fakat Başbakan, 3 gün sonra; “Lizbon uçağında yeni yasa yapıldığını söylemediğini” açıkladı.
Hem uçağa biniyor!
Hem söyleneni   anlamıyor!
Demeye getirdi.
Bu kadar hakaret yeter. Zerre kadar gazetecilik onurunuz varsa uçaklarına bir daha binmeyin. Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın söyleceği bir şey varsa “basın toplantısı yapsın” açıklasın. Medyası “editoryal özgürlüğe” sahip dünyanın hiçbir ülkesinde gazeteciler, başbakanların, cumhurbaşkanlarının, başkanların uçaklarına böyle topluca binip, böylesine “köşe yastığı gibi ya da ramazan güllacı çanağı gibi dizilerek” fotoğraf çektirmiyor.
Ezber tekrarlamıyor.
Alet olmuyorlar.

+++++

Sizi gidi faizciler...
Bir süreden beri bu köşeyi izleyenler konuyu biliyorlar...
Konu ne?.. Kuranıkerim!.. 21’inci yüzyılın Anadolu’sundaki tembel Müslüman, Kuran’ı okumamıştır; kerameti kendinden menkul sözüm ona hocaların dipten dolma siyasal İslamcılığına kendini kaptırmış, gidiyor...
**
Kuranıkerim’de faiz yasak...
Ama, Türkiye’yi tüm dünyada rezil ederek faiz folluğuna çeviren AKP iktidarı İslamcı geçiniyor...
Faiz yasakları birbiri ardına ayetleşmişler... Yasak, yasak, yasak...
Faiz yasak!..  Ancak AKP kodamanlarının Kuran önünde ve ahkâmındaki durumları ne?..
İktidar AKP’nin elinde...
Sen devletin de, hükümetin de tepesine oturmuşsun...
Kuranıkerim’in en temel buyruklarını çiğnedikten sonra hanımının başına türban geçirdin diye Müslüman mı sayılacaksın?..
Sen Frenk, Hıristiyan, Yahudi markalarından son moda kostümler, Frenk gömlekleri giyip kravatlar taktıktan sonra hanımının kafasına sıkmabaş geçirip İslamcı mı olacaksın?..
**
AKP’nin kodaman takımında kadın düşmanlığı had safhada...
Kadını İslam adına örtenlerin tümü Frenk modasıyla şıngır mıngır... AKP tayfasının rengârenk kravatlarını sevsinler e mi...

+++++

GÜNÜN ÇAĞRISI
Malımıza sahip çıkalım
Bu konuyu ikinci kez gündeme getirmem, bu satıştan daha doğrusu “böyle bir değerin” kontrolünün “yok pahasına”  elimizden çıkmasından duyduğum üzüntüden. Sizden ricam ne olur; bu konuya eğilin, destek verin. Halk Bankası diğer bankalar gibi değerlendirilemez. Bu bankanın içinde Türk ekonomisinin DNA’sı var ve bu banka hepimizin. Hep birlikte malımıza sahip çıkalım. Hem “Bizim olan bizim kalsın” hem de banka amacına uygun işlemeye ve  küçük esnafın kalbi olmaya   devam etsin.
*Yiğit Bulut / Vatan

+++++

Welcome kardeşim...
AMERİKA’dan avukatlar geldi. Düşen uçakta can veren insanlarımızın akrabalarından dava vekaleti alıyorlar. Tazminat için.

Yetkililer kızıyor.
Amerika’dan IMF memurları gelip, “kemer sık, maaşları azalt, vergi koy, zam yap” dediği zaman, yetkililerin çıtı çıkmıyor da... Amerika’dan avukatlar gelip, “tazminat alın” dediği zaman, aynı yetkililer neden kızıyor?

“Haklarınızdan vazgeçin, mallarınızı satın” diyen AB komiserlerinin “avukatlığı” nı yapan arkadaşlar... “Hakkınızı alın” diyen “avukatlara” niye itiraz ediyor?
Çünkü...
“Yetkililerin” ihmali, sorumsuzluğu, vurdumduymazlığı, beceriksizliği yüzünden, pisi pisine can veren Türk vatandaşlarının akrabaları tazminat davası açsa, bırak Türkiye Cumhuriyeti’ni, Dünya Bankası’nın bütçesi yetmez, Dünya Bankası’nın! Amerikalı avukatlar hep olsa... Ambulansın kapısını açık unutup, hastayı kafa üstü asfalta çakarlar mı? Kanalizasyona çocuk düşürüp, boğdururlar mı? Yükle bak tazminatı, o çocuğu kurtarmak için peşinden nasıl atlıyor belediye başkanı... Evlerimizi su basar mı? Fay hattının üstüne bina izni verirler mi? İkinci dünya savaşından kalma trenlere, hız rekoru denetirler mi? Hesaplamak mümkün mü, kaç para tutar, mühendislik faciası yollar sebebiyle yaşanan trafik kazalarının faturası? Basıyorlar hormonu, salatalık, Antalya’dan İstanbul’a gelene kadar 5 santim büyüyor... Veriyorlar kurbanlık kuzuya ilacı, bir haftada oluyor dana kadar... Kenefte dondurma yapabilirler mi? Horoz ibiğini, sosis diye kakalarlar mı? Hatalı iğne yüzünden kolu bacağı kesilenler? Doğduğu gün, klima mikrobundan seri şekilde can veren bebeler? Daha önceki gün AIDS’li kan verilen kadıncağız ölmedi mi?

“Yanlışlık” yüzünden gömdüğümüz insanlarımız, Zincirlikuyu’ya sığmıyor!

Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++++

Hürriyet
Bekir Coşkun

Ambardakiler...
O geminin ambarında “mutlu zenginliğe” varmayı beklediler.
İnsan her “gullufff” dalga sesinden sonra “mutlu zenginliğe” biraz daha yaklaştığını zanneder.
Ve karanlıkta sorar:
“Vardık mı?..”
1970’lerde “müreffeh memlekete”, 1980’lerde “küçük Amerika’ya” ulaşmak için ambara doluşanlar da sormuşlardı:
“Vardık mı?...”
“Nereye?...”
“Küçük Amerika’ya?...” 
*** 
“Avrupa’ya gidiyoruz” diye Edirne’den yola çıkıp, batıya doğru uzun bir yolculuktan sonra Lüleburgaz çayırına varanlar... Ya da “Medeniyete gidiyoruz” diye İzmir’den denize açılıp uzun bir yolculuktan sonra Aliağa kıyısına çıkanlar, hiç fark etmez...
Karanlık ambara doluşup beklemenin riskidir.
Ambardakilerin tek görevi vardır:
Teslimiyet...
Sessizce, tepkisiz, sorgusuz teslimiyet...
***
Sessizliğin, zavallılığın, teslimiyetin, hatta ahmaklığın ağır faturasıdır bu.
Ambardakiler, nereye gittiklerini bilmeden karanlıkta beklerler.
İnsan simsarlarının, sahtekárların, dolandırıcıların sunduğu bir “mutlu zenginlik” hayali, dümendekilere yarar sadece, zenginleşirler.
O kadar...
Ambardakiler için için sorarlar:
“Vardık mı?..”
“Nereye?..”
“Atatürk’ün gösterdiği muassır medeniyetin de biraz üstüne...” 
***
Dalgalar “Gullufff...gullufff...” dur...
Uzun yolculuklardan (!) sonra aynı kıyıya çıkan ambardakilerin sevinci uzun sürmez, “helloooo...” selamı verilen çoban, “Aleykümselam?..” diyene dek:
“Burası yıldız gibi parlayan memleket mi?...”
“Yoook... Bildiğiniz memleket...”
Hep böyle olur.
Kimi zaman geçen hafta olduğu gibi ambardakilerin tükenmiş hayatlarını toplarlar kıyılardan.
Teslimiyetin ve ahmaklığın ağır bedelidir bu.

Yazarın Diğer Yazıları