Bir başka deprem!

15 Temmuz darbe teşebbüsünden kısa bir süre sonra televizyonlarda yayınlanan o reklâmı hatırlıyor musunuz?

Hani şu "Ne mutlu Türk'üm, Laz'ım, Boşnak'ım, Kürt'üm, Zaza'yım, Gürcü'yüm, Çerkez'im, Çeçen'im, Pomak'ım, Roman'ım, Arap'ım, Süryani'yim, Ermeni'yim, Rum'um, Arnavut'um, Musevi'yim, Hıristiyan'ım, Müslüman'ım, Alevi'yim, Sünni'yim diyene..." şeklindeki reklâmı…

Ülke büyük bir felaketin eşiğinden dönmüştü ama ülkeyi yönetenler, felaketten dönüşü ve halkın direncini bu dille anlatmaya kalkmışlardı…

Bu etnik takıntıyı anlamak ve hak vermek mümkün değildi… Ülkede ne meydana gelirse gelsin, hemen o '36 etnik grup' edebiyatına sarılmak kimileri için 'siyasî kader' galiba…

Kendimizce ikaz da ediyorduk: "Darbe teşebbüsü değil de, ülkede tsunami olsa, göktaşı düşse, deprem olsa veya düşman saldırsa yine çözümü aynı dilde arayacaklar: "Ben Rum'um, ben Ermeni'yim, ben Süryani'yim vs..."

Nitekim Elazığ depreminde gördük ki o dil yine bulduğu kapı aralığından kendini gösterebiliyor: "Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla Çerkes'iyle deprem bölgesindeyiz…" "Kürt Diyarbakır Belediyesi de oradaydı, Arap Şanlıurfa da, Alevi Tunceli de, Laz Rize de…" vs…

Zaten sözde 'soy'a ait parçalanmanın içine bir de 'Alevi-Sünni' gibi inanca ait farkların ekleniyor olması ayrı bir rezalet… O yetmiyormuş gibi, cehaletin elinde zirve yapan bu saçma yaklaşımın 'Dadaş, Zeybek' gibi yeni 'etnik renkler' üretmesi, tahammül edilebilir cinsten değil…

***

Hep söylüyoruz: Hadi iyi niyetli düşünelim... Sanıyorlar ki, böyle davrandıkça kardeşliğimiz daha da pekişir, millî birliğimiz artar... Başta 'çözüm süreci' olmak üzere bugüne kadar öyle mi oldu peki?  Gerçekten 'etnik fark'a vurgu yapa yapa, Türk kavramını 'kuşatıcı bir üst kimlik' olarak kullanma yerine, '36'nın 1'i' gibi suna suna millî birliğe daha mı fazla hizmet etmiş olduk? Kesinlikle hayır...

Bari bu acı tecrübeden sonra hatadan dönmek varken, ilk fırsatta yine ayrıştıran, toplumsal adacıklar oluşturan bu dile dönmek neyin nesi? Yöneten akıl, artık daha fazla 'millî birlik, kardeşlik, birlikte yaşama iradesi ve tahammül' üretmek mecburiyetindeyken, ucundan dönülen felâket ders olmadıysa, başka ne ders olacak? Kıyısında bulunduğumuz coğrafyada, sınırlar ırmaklar veya dağlarla değil, kanla, mezheple, ateşle, etnik farklarla çizilirken bizim sürekli 'daha fazla fark'a vurgu yapmamız hangi aklın ürünü?

***

'Depremle yaşamaya alışmak'... Bu kavramla 1999 depreminden sonra tanışmıştık... Anlamı şuydu: Fay hatları bu coğrafyanın gerçeği... Depremler olacağını bileceğiz ve buna göre tedbirler alacağız... Şehirlerimizi, sanayi bölgelerimizi ve tarım alanlarını bu gerçeğe göre şekillendireceğiz... Binalarımızı, yollarımızı, barajlarımızı, köprülerimizi bu gerçeğe göre inşa edeceğiz...

Depremle birlikte yaşamaya mecburuz mecbur olmasına da 'etnik deprem' üreten akıllarla yaşamaya mecbur değiliz… Çünkü 'sosyal ve siyasî fay hatlarımız' var ve bunlar kanunla veya kararnameyle yok sayamayacağımız, başka topraklara ya da okyanusun ortasına atıp kurtulamayacağımız gerçekler... Üstelik 'sismik' olandan daha kahredici, daha yıpratıcı etkiye sahipler...

Devlet ve millet hayatımızı buna göre düzenlemekten, tedbirlerimizi -ihmali hâlinde- yıkım gücü depremlerden daha yüksek bu gerçeğe göre almaktan başka çaremiz yok... Beraber yaşamaya mahkûm olduğumuz deprem gerçeği, yaşanılan büyük acıların tecrübesi eşliğinde bize binaların nasıl sağlam zeminlere, mutlak denetimle, dayanıklı malzemeyle yapılmasını öğretiyorsa, bin yıldır tutunduğumuz bu topraklar, yaşadığımız acılar ve ihanetler, büyük tecrübeler bize başka gerçekleri de öğretmiştir...

15 Temmuzları da atlatırız, depremleri de… Ama şimdiye kadar Türklüğü 'etnisitelerden sadece biri' olarak gören anlayış değişmedikçe daha kaç felâket atlatabiliriz, işte orası muamma...

 

Yazarın Diğer Yazıları