Bir daha gel Samsun’dan sarı saçlı mavi gözlüm, neredesin neredesi

“Türk”  adını taşıyan ilk Türk devletinden Göktürkler’den yüzlerce yıl sonra, Atatürk “Türk” adıyla anılan yeni devletimizi, Türkiye Cumhuriyeti’ni 87 yıl önce kurdu.
O, Türk soyunun Ergenekon vadisinden çıkışında yol gösteren Bozkurt gibi, Kuvay-ı Milliye’nin başına geçip yurdunu saran düşmanları mağlup ederek milletini yeniden “vatan coğrafyası”na kavuşturmuş ve “Türk Cumhuriyeti’nin temeli, Türk Kahramanlığı ve Türk Kültürüdür” diyerek, bütün olanları, yine milletine hediye etmiştir.
Türk milletinin, karakterli, çalışkan, zeki olduğunu, güçlükleri yenmesini bildiğini, az zamanda çok ve büyük işler yaptığını, geleceğin yüksek medeniyet ufkunda bir güneş gibi parlayacağını söyleyerek “Bu memleket tarihte Türktü, halde Türktür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır” diye haykırmıştır. Son iki-üç asırdan beri Türk yaratıldığından hayıflanan milletimize “Ne mutlu Türküm diyene” dedirtmiştir.
Türk soyundan gelmeyen imparatorluk unsurlarının ve azınlıkların yakın tarihimizdeki ihanetlerini çok iyi bildiği için, ümmet döneminden millet dönemine geçişimizi tamamlamış ve pratikte kültür ve dil birliği şekline dönüşen düşüncesini, “Kanını taşıyandan başkasına güvenme”, “Yönetimini vereceğin şahısların cevheri aslisine dikkat et” ,  “Muhtaç olduğun kudret  damarlarındaki asil kandadır”  diyerek bugünkü köksüz entel aydınları (!) deli eden öğütlerini açıkça söylemiştir.
Ayrıca, Türk kültür ve Türk sanayi hizmetlerinin temellerini atan çalışmalara derhal başlamış, Türk Dilini Tetkik Cemiyeti, Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kurulmuş, Merinos, Nazilli, Hereke, Beykoz, Ereğli, Kayseri Uçak, Sümerbank gibi halkın temel ihtiyaçlarına cevap verecek milli müesseseler üretime geçirilmiş, en ekonomik ulaşım olan demiryollarının yapımına hız vererek memleketimiz demir ağlarla örülmüştür. Neticede; genç Türkiye Cumhuriyetimiz maddi manevi yönleri ile kalkınan bir hüviyete bürünmüştür. Hiç şüphe yok ki, bu atılımlarda Atatürk’ün yanındaki asker, sivil inanmış insanlar ile “fikir hocam” dediği Diyarbakırlı Ziya Gökalp başta olmak üzere Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Rıza Nur gibi Türkçülerin de katkıları olmuştur.
O günlerde, insanlarımızın morali yerindeydi. Milletimiz Türklüğü ile iftihar ediyordu. Türk önde, Türk ileri idi. Halkımız övünüyor, çalışıyor ve güveniyordu. Paralarımızın, posta pullarımızın, okul şapkalarımızın üzerlerinde sembolümüz Bozkurt’umuz vardı. Kültür toplantılarımızın yapıldığı Ankara Türk Ocağı salonu sahnesinin alnındaki ve Ulus Meydanı’ndaki Atatürk Anıtı Bozkurt başlarının güzelliği unutulmazlarımızdır.
Sayın okurlarım, Atatürk’ümüzün uçmağa vardığı 1938 yılında, bundan 72 yıl önce ben, Ankara’nın merkezindeki İnkılap ilkokulunda son sınıf öğrencisi idim ve O’nu milli bayramların dışında üç-dört kere de çok yakından görme şansına eriştim. Hele bir keresinde, şimdiki “Gençlik Parkı” çayırında otlattığım kuzumla Posta Caddesi’ndeki evimize dönerken Anadolu Kulübü’nden aniden önüme çıkan Atatürk’ümüzle karşılaşma şansına eriştim. Görevli polisin beni geriye itmesine, eliyle işaret ederek mani oldu ve ben kuzumu ayaklarımın arasına alarak kolumdaki ot yığınlarını tutarak O’nu doya doya seyrettim.
Ben, sıkıştığı zamanlarda Türk Milleti’nin yine Atatürk’leri çıkaracağına inançlı bir Türk Milliyetçisi olarak, Ona; Bir daha gel Samsun’dan, sarı saçlım, mavi gözlüm. Neredesin, neredesin sen? diyorum.
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları