"İnşallah dava, anne ve babanın acısını dindiremese de en azından kamu vicdanına seslenen adil bir kararla sonuçlanır. Çünkü bu dava sadece bir ailenin değil, toplumun adalet duygusunun da sınavıdır."
İlber Ortaylı'nın Ahmet Mattia Minguzzi davasına dair bu sözleri, yalnızca bu hukuki sürecin değil, bütün bir toplumun vicdan aynasını önümüze koyuyor.
Henüz 15 yaşında, hayatının baharında bir çocuk, hayattan koparıldı. Geride gözleri yaşlı anne ve baba ile öfkeli bir toplum kaldı. Ancak bu dava, yalnızca bir cinayetin değil, adalet duygusunun da yeniden sorgulandığı bir dönüm noktasına dönüştü.
İlber Ortaylı’nın da belirttiği gibi, böylesine ağır bir davayı yürütmek kolay değildir. Çünkü burada mesele yalnızca yargısal bir sürecin tamamlanması değil, adaletin toplumun kalbinde yeniden tesis edilmesidir. Kamu vicdanı işte tam da burada devreye girer.
Kamu vicdanı
“Kamu vicdanı” dediğimiz şey, hepimizin içinde taşıdığı, haksızlığa karşı içgüdüsel bir direniştir.
Ancak kamu vicdanı, adaletin yerine geçmez. O, adaletin pusulasıdır. Gösterdiği yönü hukuk kurallarıyla somutlaştırmak ise yargının sorumluluğudur. Bu denge bozulduğunda ise toplumun bütün damarlarına bir zehir yayılır: Suçun normalleşmesi.
Ne yazık ki, son yıllarda “suçun çocuk yaşa inmesi” artık soğuk bir istatistik cümlesi olmaktan çıktı ve toplumun aynasına düşen bir leke oldu.
Ve eğer toplum bu tabloya sadece “üzüldük” diyerek bakmaya devam ederse, suçun yaşını küçülttüğü gibi, vicdanın da sesini kısmış olur.
Ahmet Minguzzi davasında toplumun bu kadar kenetlenmesinin nedeni tam da budur. Çünkü mesele yalnızca bir cinayet değildir; “biz nasıl bir toplum olduk” sorusunun yankısıdır. Sokakta, okulda, hatta evde bile bir çocuk kendini güvende hissedemiyorsa, artık hiçbirimiz güvende değiliz demektir.
Toplum
Elbette adalet, duygularla değil ilkelerle sağlanır; ama ilkeler adaletsizliği perdelemek için değil, onu engellemek için vardır. Eğer hukuk kurumu, kamu vicdanıyla arasına duvar örerse, adalet sarayının temelleri sarsılır. Bu yüzden her meslek grubunun, her kurumun, kendi vicdanını da gözden geçirmesi gerekir.
Ve elbette toplumun sessiz kalmaması da bu denklemin bir parçasıdır. Çünkü bazen adalet, yalnızca mahkeme kararlarında değil, toplumsal hafızada yaşar. İnsanlar sokaklarda, sosyal medyada, basında ses yükselttiğinde, bu bir “linç” değil, adalet duygusunun hayatta kalma çabasıdır.
Dava sonunda verilecek karar, o anne ve babanın acısını dindiremeyecek, ama belki bir ülkenin adalet inancını yeniden yeşertecektir. Eğer bu dava adil, şeffaf ve kamu vicdanını tatmin eden bir kararla sonuçlanırsa, belki o zaman çocuklarımız biraz daha güvende olur.
Bir toplumun büyüklüğü, suçlulara duyduğu nefretten değil, mağdurların adaletine gösterdiği kararlılıktan anlaşılır. Ahmet Mattia Minguzzi’nin adı bir acının değil, bir uyanışın sembolü olsun. Çünkü artık hiçbir çocuğun adını bir mahkeme dosyasından duymak istemiyoruz.