'Bir hükûmet bütün meseleleri halledecekse...'

Adaletin sağlanmadığı yerde, ekonomi çöker, kargaşa çıkar. İnsanlar birbirlerine güvenini yitirirler. Öyle an gelir ki, kendi kanunlarını işletirler, "adalet"i silâhta ararlar, zalimleşirler. Devletin fonksiyonları çöker.

187 günde, 186 defa ihale kanunu değişirse, bir "adaletsizlik" akla gelir mi, gelmez mi?

Fethullahçı Cemaat darbeye kalkıştı. Ellerine silâh alanların çoğu yakalandı, kimi de kaçtı. Ama içeri atılan, işinden edilen 100 bini geçiyor. Bu kadar sayı acaba "âdil" mi sorusunu akla getirir mi, getirmez mi?

Akrabaların bütün köşeleri tuttuğu haberlerinin her yerde konuşulur olması kabileciliği akla getirir mi, getirmez mi?

(Kabileciliğin nasıl adaletsizliğe ve hatta facialara yol açtığını iki gün önce Hz. Osman-Hz. Ali örneğiyle anlattım.)

R. T. Erdoğan, 2014'te bir toplantıda: "Rabbim bizi ikaz ediyor... Adaleti tesis edinceye kadar zulmedenin karşısında taraf olun, diyor." demişti. Önceki gün de BM Genel Kurulu'nda "adalet"ten bahsetti. Dilimizde hep "adalet".

 "'Adalet'i bir türlü dengeleyemiyoruz. En iyisi, adalet terazisini tutan hanımın gözünü açalım da bir görsün, neyi yanlış tarttığını!" diye yazmıştım. (23 Eylül 2018).

Eski Yargıtay Başkanı ve Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk bu yazım üzerine bana, 27 Kasım 1972'de Milliyet'te yayımladığı makalesini gönderdi. Bu makalede "Adalet Hanım"ın gözünün neden açık olduğunu anlatıyor. Buna yarın geleceğim.

Burada, Sami Selçuk Hoca'nın yukarıda yazdıklarımla bağlantılı bir başka tespiti üzerinde durmak istiyorum.

Sami Selçuk, İsmet İnönü'nün, sık sık hatırlatılan "Bir memlekette namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça o memlekette kurtuluş yoktur." mealindeki sözünün asıl ne maksatla söylendiğinin kaynağını verir. 

 Sami Selçuk, "Hukukun üstünlüğü ilkesini yaşama geçiren bir düzende yolsuzluklarla savaşma görevi savcının, yansız yargınındır; asla kişilerin değil. Suçlarla savaşımda kişilerin yardımına gereksinen bir devlet ise, egemen değil, yetersiz bir devlettir; devlet olamamış bir yapıdır." dedikten sonra sözü İnönü'ye getirir.

M. Kemal Atatürk zamanı. İnönü başbakandır.

M. Kemal'in inkılâplarına karşı yayın yapılmaktadır. Milletvekilleri bu yayınlara karşı tedbir alınmasını ve hatta basın organlarının kapatılmasını isterler. İnönü, 5 Temmuz 1931 günü kürsüye çıkar ve şunları söyler:

 "Arkadaşlar, eğer bir memlekette erbab-ı namus, laakal [en azından] eşirra [şerirler] kadar sabur [tahammüllü/çok sabırlı] olmazsa, o memleket behemehal batar. Halk idaresi, millet idaresi diyoruz. Bu iddiada bulunan herkesin, millete taalluk eden meselelerde hissesi ve mesuliyeti olmak lâzımdır. Eğer bir hükûmet bütün meseleleri halledecekse, onun kurun-ı vusta [ortaçağ] padişahından ne farkı vardır? Arkadaşlar, bu maruzatımla, hükûmetin elinde bulunan kapatma salahiyetini niçin kullanmadığını izah etmiş oldum zannediyorum. Bugün içinde bulunduğumuz devir, hukukşinasların [hukukseverlerin/hukukçuların] devridir." (Sami Selçuk, "Çarpıcı tekil doğrular, kahredici çoğul yanlışlar", Karar, 5 Temmuz 2018).

İnönü'nün "Eğer bir hükûmet bütün meseleleri halledecekse, onun ortaçağ padişahından ne farkı vardır." sözü size bir şey çağrıştırıyor mu?

Yazarın Diğer Yazıları