Bir oydan daha fazlası / Sonay Yörüker

Bir oydan daha fazlası / Sonay Yörüker

24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri; Atatürk'ün önderliğinde insanüstü çaba ve özveriyle kurulmuş olan

Türkiye Cumhuriyeti'nin istikbali açısından bir dönüm noktası olacaktır.

Bugün itibariyle... Türkiye Cumhuriyeti'nin muhafaza ve müdafaası;

Vatanına ve milletine bağlı her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının üzerine düşen "tarihi" ve "vicdani" bir vazifedir.

Dolayısıyla... 24 Haziran 2018 seçimlerinde kullanacağımız her "oy"un "tarihi" ve "vicdani" sorumluluğunu taşıyacağız.

Üstelik bu sorumluluk;

Sadece bugünün de değil; çağdaş, laik, demokratik

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve dolayısıyla da... çocuklarımızın, torunlarımızın geleceği açısından önümüzdeki yüzyılın sorumluluğu olacaktır.

Türkiye'nin yakın tarihini belirleyen "Ulusal Bağımsızlık Mücadelesi"ni neden-sonuç ilişkileri temelinde yorumlar, taşıdığı değerleri ülke ve ulus noktasında anlamlandırırsak görürüz ki;

Bir ülke/bir ulus için "bağımsız" ve "onurlu" yaşamak gibi yüce değerleri içinde barındıran Kurtuluş Savaşı'yla; Atatürk'ün önderliğinde... emperyalizme/emperyalistlere karşı dünya tarihinin en onurlu, en haklı ve dolayısıyla en anlamlı zaferi kazanılmıştır.

Zira...

"Ulusal Bağımsızlık Mücadelesi"; emperyalizme/emperyalistlere karşı verdiğimiz bir "onur" ve "hak" savaşıdır.

Zira...

Bu zafer; bu ülkeyi/bu ulusu tamamen yok olma durumundan kurtaran bir zafer olmuştur.

Zira...

Biz, vatanı ve milleti bu zaferle belirledik.

Çanakkale'de doğan "ulus bilinci" ve bu bilincin yarattığı "Milli Mücadele" ruhu ile; topraklarımızı işgal etmiş olan emperyalist devletlere karşı... bir "onur" ve "hak" savaşı olarak başlattığımız "Ulusal Bağımsızlık Mücadelesi"; başta başkomutan Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türk ordusunun tüm komutanları, subayları ve askerlerinin büyük fedakârlıkları, cesaretleri ve vatanperverlikleri sayesinde kazanılmıştır.

İşte, bu büyük ve anlamlı zaferin bir sonucudur ki, ulusal egemenliğe dayanan tam bağımsız yeni bir Türk Devleti/çağdaş, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.

Dolayısıyla... hiç unutulmamalıdır ki;

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin; savaş meydanlarında hayatları pahasına çarpışmış -ismi bilinen/bilinmeyen- ilk kurucuları; bu ülkenin asli kahramanlarıdır.

Sayelerinde bugünü yaşayan bizler; "onlara" sonsuz saygı ve minnet duymalıyız.

Ve... yine unutulmamalıdır ki, bugünü yaşayan bizlerin; Türkiye'nin şanlı, şerefli yakın tarihine ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuranlara bir "sadakat borcu" vardır.

Bu "sadakat borcu";

Bir gün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bekası söz konusu olduğunda...

Vatanına ve milletine bağlı gerçek ve ahlâki anlamda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin ödemesi gereken bir borçtur.

***

Baştan beri... Cumhuriyet'in değer ve niteliklerini reddeden Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP); 15 yılı aşan bir süredir bu ülkeyi tek başına yönetiyor, yönetmekte...

İktidara geldikleri ilk günden itibaren Atatürk ve laik Cumhuriyet ile bir hesaplaşma içine girdiler.

İktidara gelenler; kendilerini iktidara getiren yönetim biçimi Cumhuriyet'i hazır buldukları için olacak ki, kuruluşunda insanüstü çabayı ve özveriyi gerektiren Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm kazanımlarını ve temel niteliklerini birer birer yok etme gayreti içinde oldular.

Ve... hedefledikleri "din devleti" yolunda bir karşı-devrim hareketi başlattılar.

Atatürk'ü, laik Cumhuriyeti ve Milli Mücadele'yi hedef aldılar.

Ve... sonrasında... iktidarın tüm icraatları ve söylemleri hep bu yönde oldu.

***

Osmanlı özlemi içinde olan...

AKP iktidarı; "Cumhuriyet dönemi"ni kapatılması gereken 100 yıllık bir parantez olarak görüyordu.

Ve... AKP'li siyasetçiler "bu"nu sık sık dillendirdiler...

"Son yüz yıl kapatılması gereken bir parantezdir. Osmanlı'dan sonra başlayan ayrışma bir parantezdir."

"600 yıllık imparatorluğun 90 yıllık reklâm arası sona erdi."

"Türkiye 100 yıl süren bu parantezini önümüzdeki günlerde kapatacaktır."

***

Maalesef görülen o ki; bugün ülke yönetiminde bulunanlar; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin nasıl kurulduğu bilincinden çok uzaklar!..

O kadar ki; 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim milli bayramlarımızın kutlanmasına bile tahammül gösteremiyorlar!..

Hatta... Onuncu Yıl Marşı ve İzmir Marşı gibi bu milletin ortak değerleri olan marşlarımızın okunmasından dahi rahatsız oluyorlar!..

Acaba bugün iktidarda bulunan bu insanların Türkiye'nin yakın tarihine bu denli bilgisiz ve nankör olabilecekleri hiç düşünülebilir miydi?!..

***

Tarihi doğru okuyabilmek için... tarihi oluşturan süreç içinde yaşanılan olayların, yapılan ve verilen savaşların neden-sonuç ilişkileri temelinde yorumlanması ve buna bağlı olarak da altta yatan değerlerin çok iyi anlamlandırılması gerekir...

Ki, böylece tarihten ders çıkarabilelim...

Peki, acaba AKP iktidarı, bugünkü noktaya gelinirken yakın tarihimizden bir ders çıkarabilmiş miydi?..

Bu soruya cevap için...

Çökmüş, parçalanmış dinsel-geleneksel Osmanlı İmparatorluğu'ndan çağdaş, laik, demokratik sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti'ne giden tarihi süreci -yani Türkiye'nin yakın tarihini- oluşturan olayları ve savaşları neden-sonuç ilişkileri temelinde yorumlayıp, altta yatan değerleri ülke ve ulus açısından anlamlandırmamız gerekiyor.

***

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki;

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuranlar; bu ülkeyi Fatih Sultan Mehmet veya Kanuni Sultan Süleyman'dan ya da bir başka Osmanlı Padişahı'ndan devralmadılar...

Çökmüş, toprakları emperyalist devletler tarafından işgal edilmiş, parçalanmak üzere olan dinsel-geleneksel bir imparatorluğun kalıntılarından... ulusal egemenliğe dayanan tam bağımsız yeni bir Türk Devleti yarattılar/Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurdular.

"Bu"nun için de... "tüm insanlık değerlerini üzerlerinden sıyırmış" emperyalist devletlerle savaştılar.

***

Kısaca anımsayalım...

Birinci Dünya Savaşı'nın (1914-1918) en önemli cephelerinden biri de Çanakkale'ydi.

"Tarih"; bizi emperyalist devletlerle karşı karşıya getirdi Çanakkale'de...

İtilâf devletleri 19 Şubat 1915'te güçlü savaş gemileriyle Çanakkale Boğazı'na girerek deniz harekatını başlattılar.

18 Mart 1915'te Çanakkale deniz zaferi kazanıldı. İtilâf devletleri denizden saldırarak Çanakkale'yi geçemeyeceklerini anladılar.

Ardından Çanakkale kara savaşları başladı.

Çanakkale Savaşları; "ulus bilinci"nin yeşerdiği... işgal kuvvetlerine/emperyalist güçlere geçit vermeyen gerçek bir vatan savunmasıdır.

Çanakkale'de emperyalistlerin güçlü armadası ve ordularına karşı ülkelerini cansiperane savunan Türk ordusunun tüm komutan ve subayları ile her bir neferi bu ülkenin fedakâr, cesur, ahlaklı asli kahramanlarıdır.

Bize, Kurtuluş Savaşı'nı kazandıran "Milli Mücadele" ruhu Çanakkale'de doğdu.

Ve... Türk milleti Kurtuluş Savaşı'nın başkomutanı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk'ü askeri dehası ve üstün liderlik vasıfları ile Çanakkale Savaşlarında tanıdı.

Nitekim... Mustafa Kemal Atatürk, Ulusal Bağımsızlık Mücadelesi için Anadolu'ya geçtiğinde artık herkes tarafından Anafartalar kahramanı olarak tanınıyordu.

Oysa... AKP iktidarı, Çanakkale Savaşlarında Atatürk'ü yok sayıyor.

Fıtratları, Atatürk'ü bir türlü kabul etmiyor.

Ama...

Bilmeliler ki; Çanakkale destanı O'nunla yazıldı.

Hülâsa...

Emperyalistler; üç günde İstanbul'a ulaşacaklarını zannettiler... 9 Ocak 1916'da Çanakkale'yi terk etmek zorunda kaldılar.

***

"Ulusal Bağımsızlık Mücadelesi"; emperyalizme karşı verdiğimiz bir "onur" ve "hak" savaşıydı...

Hepimizin bildiği üzere...

Çanakkale zaferine rağmen... Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918'de İtilâf Devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya) ile Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzaladı.

Sonrasında... durum kısaca şu:

Ordu dağıtılıyor, silah ve cephaneleri galip devletlerin denetimine bırakılıyor...

Osmanlı hükümeti teslimiyet ve acz içinde...

Padişah VI. Mehmet Vahdettin ise, saltanatını koruma peşine düşmüş, çareler aramakta...

Diğer taraftan...

İtilâf Devletleri, şartları çok ağır olan bu ateşkes antlaşmasının hükümlerine uyma gereği dahi duymadan yurdu istila etmeye başladılar.

Ege'de bekleyen Müttefik donanması ise, 13 Kasım günü İstanbul Boğazı'na girerek adeta Osmanlı'ya karşı büyük bir gövde gösterisinde bulundu.

Tam o sırada... Haydarpaşa garında Adana treninden inen Mustafa Kemal Atatürk; Boğaz'a giren İtilaf donanmasına ait savaş gemilerini görünce yanında bulunan yaveri Cevat Abbas'a o tarihi sözü söyler:"Geldikleri gibi giderler."

Oysa biz, işgal donanmalarının bu boğazlardan geçerek İstanbul'a ulaşmalarını engellemek için Çanakkale'de cansiperane bir savaş vermemiş miydik?.. Gururunu bugün bile yaşadığımız...

Ama ne hazindir ki, işgal kuvvetlerinin Çanakkale'den çekildiği 9 Ocak 1916 tarihinden yaklaşık 2 sene 10 ay sonra... daha şehitlerimizin kanı kurumadan gaflet ve ihanetin sonucu, itilâf donanmasına ait savaş gemileri bu kez güle oynaya boğazlardan geçerek Dolmabahçe Sarayı'nın önüne kadar gelip demir attılar... toplarının namlularını kente ve saraya doğru çevirdiler.

Maalesef ki, o gün kahredici bir gündü...

Sirkeci, Galata Köprüsü, Karaköy, Tophane, Dolmabahçe kıyı hattı boyunca toplanan... asırlarca birlikte yaşadıkları Türklere (Türk komşularına) meğerse içten içe düşmanlık beslemiş binlerce Rum, Ermeni ile bu ülkeye sevgisiz kalmış yerli işbirlikçiler; donanmayla gelen işgal kuvvetleri askerlerinin İstanbul'da karaya çıkışlarını bayram havası içinde "yaşasın" nidaları ve alkışlarla karşıladılar.

İşte, "bu"; zihinlerimizin bir köşesinde daima canlı tutmamız gereken çok hazin bir fotoğraf karesi...

Çünkü bu fotoğraf, Türkiye'nin içerden ve dışarıdan kuşatılmışlığının bir fotoğrafıydı.

Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul, artık fiilen işgal altındaydı...

Vatanına ve toprağına bağlı her insan için azap verici bir durumdu, "bu"...

İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerinin İstanbul'un cadde ve sokaklarında gittikçe artan yürüyüşleri, adeta bir güç gösterisi haline dönüşmüştü.

Bütün bu yaşananlar insanın onuruna dokunuyordu elbette...

Ama bu olanlar karşısında...

Saray sessiz...

Hükümet biçareydi...

Dolayısıyla "devlet onuru" yitirilmişti.

"Tarih"; 13 Kasım 1918'de bizi... tüm insanlık değerlerini yitirmiş emperyalizmle/emperyalistlerle bir kez daha karşı karşıya getiriyordu.

Osmanlı'nın son dönemlerinde ard arda yaşanan bu "onur" zedeleyici tablolar artık kabul edilemez bir noktaya gelmişti.

Ülkesini seven, "insanlık değerleri"ne sahip hiç kimse; başka bir ülkenin hegemonyası altında yaşamaya tahammül gösteremezdi.

Çünkü...

Asıl olan; bir ülkenin/bir ulusun ne şekilde olursa olsun yaşaması değil...

Asıl olan; bir ülkenin/bir ulusun "bağımsız" ve "onurlu" yaşamasıdır.

Nitekim... ülkemizin İtilâf Devletleri tarafından işgal edilmiş olması da, bize "bağımsızlık savaşı verme hakkı" doğuruyordu.

Bu bağımsızlık savaşı; işgal edilmiş topraklarımızda emperyalistlere karşı verdiğimiz -ki içinde tüm insani değerleri barındıran- bir "var olma" savaşıdır.

Oysa tüm emperyalist savaşlar insanlık dışıdır.

Tam burada...

Savaşın ne demek olduğunu çok yakından bilen Mustafa Kemal Atatürk'ün; emperyalist devletlerin, devlet başkanlarına ve liderlerine ders niteliğindeki şu sözünü hatırlatmak isterim:

"Savaş kaçınılmaz olmalıdır; bir ulusun hayatı söz konusu olmadıkça cinayettir."

Hülâsa...

Bir milletin varlık ve yaşam hakkı için verdiği savaş; bir "onur" ve "hak" savaşıdır.

Ve en nihayetinde...

Türk ulusu; Atatürk'ün önderliğinde, temelinde "bağımsız" ve "onurlu" yaşamak gibi yüce değerleri barındıran bir "Kurtuluş Savaşı" veriyor.

Sevr'i hükümsüz kılan, ülkeyi düşman işgalinden kurtaran...

İşte, bu "onur ve "hak" savaşının bir sonucudur ki; çağdaş, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.

***

Herhalde hepimiz kabul ederiz ki;

Bugünü yaşayan bizler; yakın tarihimizde verdiğimiz "Ulusal Bağımsızlık Mücadelesi" içinde bulunmadık ve kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ni ve tüm kazanımlarını hazır bulduk ve bugün de bu kazanımlar ile yaşıyoruz.

Başka bir ifadeyle...

Bugün kim nereye, hangi mevkie gelmiş, kim nasıl, hangi değerler ile yaşıyor ise; bunların hepsi "Kurtuluş Savaşı" ve sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve kazanımları sayesinde...

O zaman bizlere düşen de;

Ki, eğer insanlık değerleri ile yaşıyor ve gerçek ve ahlaki anlamda inanç sahibi isek, yakın tarihimize ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuranlara bir "sadakat borcu"muzun olduğunu hiç bir zaman unutmamaktır.

***

Peki, bugünkü iktidar sahipleri bulundukları mevkie ve makamlara nasıl geldiler?!..

Tabii ki, hazır buldukları Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşlarına tanıdığı hak ve özgürlükler sayesinde...

***

Emperyalizmin/emperyalistlerin her zaman Türkiye'yi bölme ve Türkiye'den toprak koparma amaçları/planları/girişimleri olmuştur.

"Bu"nu önce Çanakkale'de denediler; olmadı...

Arkasından 1. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'yi işgal ederek denediler..

Maalesef ki, o zaman Saray ve Osmanlı hükümeti teslimiyet ve acz içindeydi...

Ama, bu sefer de Atatürk'ün önderliğinde bir "onur" ve "hak" savaşı verdik.

Yine hüsrana uğradılar...

Kurtuluş Savaşı ile bize dayattıkları Sevr Antlaşması'nın maddelerini hükümsüz kıldık..

Ama... maalesef; AKP iktidarı döneminde...

"Tarih"; bizi bir kez daha emperyalizmle/emperyalistlerle karşı karşıya getiriyor.

***

Cumhuriyet tarihimizin en kötü ve en kritik günlerini yaşıyoruz.

Bugün Türkiye; emperyalizmin/emperyalistlerin kurguladığı iki büyük tehlike altında...

Birincisi... Cumhuriyet rejiminin yıkılması tehlikesi...

İkincisi... Ülkenin bölünmesi tehlikesi...

Cumhuriyet rejiminin yıkılması; aslında bugün ülke yönetiminde bulunanlar ile emperyalistlerin ortak hedefini oluşturmaktadır.

Bir başka deyişle...

İçteki "Cumhuriyet düşmanı zihniyet"/bugünkü iktidar sahipleri şahsi menfaat ve emellerini emperyalistlerin siyasi emelleri ile tevhit etmişlerdir.

Hatırlayalım...

Atatürk; -sanki 91 yıl sonrasını, bugünleri görmüşçesine- gençliğe hitabesinde şöyle diyor:

"Bütün bu şerâitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ, hıyanet içinde bulunabilirler.

Hattâ, bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler."

CIA eski Türkiye şefinin 2006'da Beyaz Saray'a sunduğu Türkiye raporunda şöyle deniyor:

"Eğer ABD'nin çıkarı Türkiye'de bir federal devlet kurulmasıysa, mutlaka ve öncelikle yargıyı, orduyu, meclisi ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir. Tek adamı ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır."

Bu rapor; Türkiye'de rejim değişikliğinin bir ABD projesi olduğunun açık bir kanıtı.

Ama...

Bu rapor; aynı zamanda emperyalizmin/emperyalistlerin Türkiye'yi bölme emellerini hala canlı tuttuklarını bize gösteriyor.

"Üzerleri masum kanlarıyla kirlenmiş" emperyalist devletler Türkiye'ye karşı kullanabilecekleri pkk ve pyd gibi terör örgütlerine her türlü desteği veriyor; onları eğitiyor ve silahlandırıyorlar.

Türkiye'nin güneyinde Suriye'de ve Irak'ta teröristlerden oluşturulacak silahlı güçler kurmaya çalışıyorlar.

Bir önceki ABD başkanı Obama; pkk'nın Suriye kolu pyd'li militanlardan oluşturulacak kolordu düzeyinde silahlı birlikler kuracaklarını açıkladı.

Bugünkü Trump yönetimi de aynı politikayı devam ettiriyor.

Nitekim… ABD pkk/pyd’ye 5 bin tır silah gönderdi.

ABD güneyimizde pkk ve pyd terör örgütleri üzerinden sınır komşumuz oldu.

***

AKP iktidarı döneminde...

ABD Türkiye aleyhine işletilecek birçok projeyi/planı önümüze getirdi.

Hatırlayalım; ABD, AKP'nin iktidara gelmesinden sonra Türkiye'den toprak koparmaya yönelik Büyük Ortadoğu Projesi'ni (BOP'yi) başlattı.

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condeleezza Rice, Ortadoğu'da sınırların yeniden belirleneceğini açık bir dille ifade etti.

Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanlığı görevine dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan getirildi.

Bu projenin amacını idrak edememiş yandaş medya; günlerce, aylarca BOP'nin eşbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan'a methiyeler düzdü.

Ama... bu süreçte önümüze ABD kaynaklı -Sevr'i hatırlatan- parçalanmış Türkiye haritaları koydular.

Pentagon çıkışlı bu haritalar; emperyalistlerin Türkiye'yi bölme amacı güttüklerinin açık bir kanıtıydı.

Ülkemiz için son derece "onur kırıcı" bir durumdu "bu"…

Hükümet sessiz kaldı.

Diğer taraftan...

Türk milletinin hiçbir zaman unutmayacağı/hiçbir zaman da unutmaması gereken bir olay vuku buldu...

ABD'nin Irak'ı işgali sırasında Süleymaniye'de Türk askerinin başına çuval geçirildi.

Adeta... TSK'ya karşı bir gövde gösterisinde bulundular.

Hükümet, ne yazık ki, "bu"na da tepki vermedi/veremedi.

Dolayısıyla... "Devlet onuru" zedelendi.

Bütün bunlar; ister istemez akla şu soruyu getiriyor:

Acaba... AKP, Sevr iştahlısı emperyalizme/emperyalistlere teslim olarak mı kuruldu ve iktidara geldi ya da getirildi?!..

***

Yunanlılar yıllardır Lozan’ı ihlal ediyorlar.

AKP iktidarı döneminde...

Bir kısmı Türkiye'den baktığımızda görme mesafesinde olan Ege'deki 18 adamız ve 1 kayalığımız Yunanistan tarafından işgal edildi.

Yunan askerleri gözümüzün önünde adalara çıktılar. Çıktıkları yerlere silah ve cephane yığdılar.

Yunanlı siyasetçiler, Yunan Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları bu adaları sürekli ziyaret ettiler.

Her ziyaretlerini bir şova dönüştürdüler.

Ne hazindir ki; bugün 18 Türk adasında ve 1 kayalıkta, artık Yunan bayrakları dalgalanıyor.

Dahası...

Türk adalarına yerleştirdikleri topların namlularını da Türkiye'ye doğru çevirdiler.

Türkiye için/vatanına ve milletine bağlı her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı için asla kabul edilemez, "onur kırıcı" bir durumdu, "bu"...

Maalesef ki, maalesef;

AKP hükümeti, "bu duruma" da sessiz kaldı.

"Devlet onuru" bir kez daha zedelendi.

İşte... size yeni bir "13 Kasım 1918" fotoğrafı...

Neredeyse tam yüzyıl öncesini yaşıyoruz gibi...

Bugün Türkiye'nin büyük fotoğrafına baktığımızda görüyoruz ki;

İçinde... yine emperyalizm/emperyalistler var, yine bu ülkenin bitmez tükenmez hain kadroları var ve yine gaflet ve ihanet var...

Artık... Türkiye'nin kuruluş değerlerine dönme zamanı gelmiştir.

***

Maalesef ki, bugün gelinen nokta itibariyle... Türkiye'de artık "Cumhuriyet rejimi"nin, Atatürk ilke ve inkılâplarının savunulması gereği hasıl olmuştur.

Ülkesini seven, "insanlık değerleri"ne sahip, inançlı her vatandaşın/her bireyin bu ülkenin yakın tarihine ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuranlara bir "sadakat borcu" var.

Bu "sadakat borcu"; ülkenin içinde bulunduğu bugünkü hassas durumu nedeniyle... bizlere "tarihi" ve "vicdani" bir sorumluluk yüklemektedir.

Bu "tarihi" ve "vicdani" sorumluluk; üniter yapısı ile çağdaş, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası sorumluluğudur.

Bu sorumluluk; sadece bugünün de değil... çağdaş, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve dolayısıyla da çocuklarımızın, torunlarımızın geleceği açısından önümüzdeki yüzyılın -hatta yüzyılların- sorumluluğu olacaktır...

Hülâsa...

"Cumhuriyet rejimi"ni ortadan kaldırıp yerine denetimsiz yetkilerle donatılacak "tek adam rejimi"ni getirme çabası içinde olan AKP iktidarı; Bugün... Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni; bekası noktasında bir yol ayrımına getirmiş bulunuyor...

Dolayısıyla... 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri; Türkiye Cumhuriyeti'nin istikbali açısından çok büyük bir öneme haizdir.

Bu yüzden... 24 Haziran 2018 seçimlerinde... vatanına ve milletine bağlı her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı "tarihi bilinçle ve vicdanla" karar verip "oy"unu kullanacaktır.