Bir tutkudur gazetecilik...

Bugün sizlere mesleğime, yani gazeteciliğe nasıl başladığımın kısa bir öyküsünü anlatmak istiyorum.
Kolejden sonra üniversiteye gidecektim. Emelim, sınıf arkadaşlarımın çoğu gibi üniversite tahsilimi Amerika’da, Yale veya Princeton gibi, seçkin bir üniversitede yapmaktı. İki ağabeyimi lise çağlarında Almanya’ya tahsile gönderen babamın, liseyi iyi okuyup bitiren küçük oğlunu bu sefer Amerika’ya üniversiteye göndereceğini umuyordum. Ama acı gerçek şu idi ki, babamın zaten mahdut malî imkânları eşi Füreya’nın tedavi masrafları yüzünden tükenmişti. Biraz birikmiş parasından ve emekli maaşından başka geliri yoktu. Hatta satılacak emlaki de yoktu.
Babam belki fedakârlık etse beni dışarıya yollayabilirdi ama ciğerlerinden rahatsız olan üvey annem Füreya’nın dışarıda tedavisi gerekiyordu. Velhasıl Amerika’da okumak hayallerimden vazgeçmek zorunda kaldım ve Amerika’ya tahsile giden yakın arkadaşlarım Tunç Yalman’ın, Haluk Özbudun’un, Üstün Üstündağ’ın, Ahmet İsvan’ın ve Nezih Neyzi’nin arkalarından bakakaldım. Naçar, üniversiteye İstanbul’da gidecektim.
O zaman üniversiteye girmek hususunda bugünkü barajlar, seçme imtihanları filan yoktu. Olgunluk imtihanını vermek ve kayıt muamelelerini yapmak yetiyordu, istediğiniz branşı da seçebiliyordunuz.
Olgunluk imtihanı hususunda problem, bu imtihanda, sorular arasında jeoloji ile ilgili olanların bulunması idi ve Robert Kolej’de jeoloji dersi görmemiştik... Ama eniştem Ordinaryüs Profesör Hamit Nafiz Pamir, İstanbul Üniversitesi Jeoloji Bölümü Başkanı idi. Erenköy’deki evimizde bana ve yakın arkadaşlarıma iki günlük kesifleştirilmiş jeoloji kursu verdi.
Çocukluğumdan beri emelim gazeteci olmaktı. O dönemde Türkiye’de basın-yayın ve gazetecilik okulları kurulmamıştı. Her nedense, o zamanki aklımla, bu mesleğe beni en iyi hazırlayacak olan disiplinin sosyoloji olduğunu düşünmüştüm. Çünkü arkadaşım Tunç Yalman’ın babası Ahmet Emin Yalman, Amerika’da sosyoloji okumuştu. Bunun için de Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe bölümüne kaydımı yaptırdım.
Hata etmiş olduğumu da çok geçmeden anladım; gerçi felsefe bölümünde gazeteciliğe temel olacak sosyoloji dersleri de vardı ama ağırlık felsefe idi.
Bir yılda bu fakültede iyi arkadaşlar edindim. Ne var ki bir yılımı boşuna kaybettim. O yıl sonunda Hukuk Fakültesi’ne geçtim.
Aslında artık hayata, gazetecilik hayatına, bir an evvel atılmak istiyordum. Hem babama daha fazla yük olmamak ve hiç olmazsa cep harçlığımı çıkarmak istiyordum. Gazeteciliğe başlamak, bir gazeteye girmek, o zamanlar pek kolay değildi. Mevcut gazetelerden birinde hemen iş bulamadım. Galiba seçkin bir aileye mensup olmam ve hele Kılıç Ali’nin oğlu olmam iş verecekleri ürkütüyordu.
Yapabileceğim başka bir iş İngilizce öğretmenliğiydi. Bazı arkadaşlar İngilizce öğretmenliğine başlamışlardı. Ben de İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’ne müracaat ettim, Emirgân Ortaokulu İngilizce öğretmenliğine tayin edildim ve bir yıl kadar bu görevi yaptım. Doğrusu öğretmenlikte de pek başarılı olamıyor işi de sevemiyordum.
68 yıldır sönmeyen heyecan
Memlekete veya topluma hizmet edebileceğimiz ve maişetimizi sağlayacak bir işti aradığım. Ben de bu işin, bu mesleğin gazetecilik olacağına okul yıllarından beri, hatta çok küçük yaşlarımdan beri karar vermiştim. Gazeteciliğe hemen başlamak istiyordum. Ama nasıl, nerede ve hangi gazetede? Gerçi sınıf arkadaşım Tunç Yalman’ın babası Ahmet Emin Yalman’ın Vatan gazetesinde hemen çalışabilirdim ama her nedense iltimasla girmeyi kendime yedirememiş olacağım.
Sağ eğilimli olduğu için kendime yakın bulduğum Tasviri Efkâr gazetesinde çalışmak istiyordum. Ve nihayet bir gün cesaretimi topladım bu gazetenin Genel Yayın Müdürü Cihat Baban’a müracaat ettim... Daha doğrusu o da Büyükada’da oturduğu için bir akşam vapurda yanına yaklaşıp kendimi tanıttıktan sonra isteğimi söyledim. Cihat Bey babamı tanıyordu. Ben çocukken, bir aralık İstinye’de komşu oturmuştuk. O zaman bir delikanlı idi, ben de küçük bir çocuk ama, gene de beni hatırlıyordu.
Yalnız küçük bir problem vardı: Babam Kılıç Ali, Ankara İstiklal Mahkemesinde yargıç iken Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan sonra Tasviri Efkâr’ın sahibi merhum Velit Ebüzziya’yı yargılamış ve mahkûm etmişti. Hoş, aynı mahkemede Ahmet Emin Yalman da yargılanmıştı ya...
Cihat Bey’in (sonra Cihat Ağabeyim ve bir ara da bakanım olacaktı) “Yarın gazeteye gel de bir konuşalım” demesi üzerine, ertesi gün Tasviri Efkâr gazetesinin Cağaloğlu, Şeref Efendi Sokağı’ndaki üç katlı ahşap konaktan bozma idarehanesine galiba hademelerden de önce heyecanla gittim... İşte gazeteciliğe ilk adımı atmış oluyordum. Yıl 1944... Ve yıl 2012, dile kolay 68 yıldır aynı mesleğe devam...

Yazarın Diğer Yazıları