Bir Urfa hikayesi; Tahta atlar zamanı!..

Toprağın bağrına sıradağlar gibi yatmış kayalıklar insana nefes aldırmayan sıcağın ateşinde, sanki yanardağa dönmüştü...

Güneş bütün öfkesiyle taaruz edercesine, gökyüzünden ateş püskürtürcesine ve insafsızlığın girdabında; yaşamla isyan arasında bir kovalamacaya yön verircesine, tüm canlıları Tatarcık sineklerinin yuva yaptığı, briket duvarların dibine mahkum etmişti...

Nefes bile kendinden habersiz bir şekilde; virane kuytularda yolunu bulmaya çalışırcasına, sıcağın bağrında insana can vermeye çabalarken, Haziran ayının ateşi andıran zamanları, hiç kuşkusuz pusu kurarcasına meydan okuyordu insana...

İşte köhneliğin kitabı yazıldığında, kapağını resmedecek o pejmürde mahallenin arkalarında, tarihin bağrından kalıntılar taşıyan gizemli bir vadi vardı...

Süryaniler'den, Bizanslı'lardan ve Romalı'lardan kalma mağaraların, kuyuların, dehlizlerin, sarnıçların ve suyollarının adeta tarihin haritalarını çizdiği uçsuz bucaksız ovada, dikkati dağıtan en önemli sıkıntı şüphesiz yakıcı sıcaklardı...

Çünkü sıcak tepeden kavururken mahalleyi; avluların alçak duvarlarından ovayı izleyen çocukların gözlerine bir buhar bulutu ile görüntüleri dalgalandıran puslu bir manzara nakşoluyordu...

Briket duvarlarla çevrili avluların diplerinde; bahçe namına ayrılan küçük toprak parçalarında, birkaç dut ya da şeftali ağacı, yağ tenekelerinde güller ve de dallarını duvarların kuytularına saplarcasına yaşama tutunmaya çalışan "asma"lar vardı...

Ve de her sokakta sarı kayalıklar, gri duvarlar ve boyaları dökülmüş gecekondularla güneşin kavurucu sıcağında, evlerde nefes alınmasını imkansız haline getiren betonarme çıplak damlar...mefarac-1.jpg

"MAYIN"DA GÖLGE OYUNU!..

1970'lerin Urfa'sında; şehrin uzaklarında, arkasını Suriye sınırına dayamış Kötüler Mahallesi'nin, Haziran'dan Eylül sonuna kadar, yaşamın her alanına nakşolan "sıcak" manzarası da bunlardan ibaretti işte...

İnsanın tasvir etmekte zorlandığı bu manzaranın ortasında, dikkatleri çeken en önemli soru da belliydi zaten; Yaşam nerede ve insan nerede?..

Çarpıklık da buradaydı işte... Yaşamak için Suriye sınırına atlarla giden kaçakçılar ve geride, korkuyla büyüyen ama "Kötü"ler'in ortasında, her acıdan "iyi" dersler çıkartan "tahta at"lı çocukları!..

Babalar; sabahın alaca karanlığında atlara yükledikleri "sade yağ"ları mayınlı sınırlardan Suriye topraklarına geçirdikten sonra, dönüşte giysiden oyuncağa, çaydan kahveye, kumaştan tömbekiye kadar, o yıllarda Urfa ve çevresinde ne bulunmuyorsa onları taşırken, çocukları ise yanardağa dönüşen o sokaklarda onları bekliyorlardı...

Yoksulluğun pervasızlığında direnen "kaçakçı" çocukları, babalarının ekmek kavgasından öylesine çarpıcı "oyun"lar çıkartırlardı ki, işte "yaşamın iki yüzü" de kendi çarpıklığı ve çelişkisi içerisinde adeta dans ediyordu o mahallede...

O sabah yine kaçakçı atları, Kötüler Mahallesi'nin kayalık yollarından, nallarından kurşun sesleri çıkarta çıkarta Suriye ovasına doğru, tozu dumana katarak ilerlerken, çocuklar peşlerindeydi...

Bacak aralarındaki bir uzun sopaya tutuşturdukları "at başı"nı andıran tahtaya yular gibi sardıkları ipe tutunarak, babalarının arkasından dörtnala koştuklarını hayal ederlerdi...

Çocukların koşuşturması, mayınlı arazilere doğru nefessiz giden kaçakçı atlarının geride bıraktığı toz bulutu içerisinde, kukla oyununun bir köhne versiyonu gibi sıcaktan yükselen buhar perdesine (!) yansıyordu adeta!!!

Yaşamla ölüm arasında; dönüşü belirsiz bir yola giden kaçakçıların, yakıcı sıcakla var ettikleri ve çocukların hayal dünyasına aksettirdikleri manzara buydu işte!..

İşte o anda çocuklar da nefessiz kalana kadar ve babaları gözden kaybolana kadar kaçakçıları o derme çatma "tahta at"larıyla takip eder, sonra da bir hüzünlü mutlulukla aynı yollardan geri dönerlerdi...

Hem de, yoksulluklarının ve çaresizliklerinin isyanını sözde "at"larına kırbaç yaparcasına!!!mefarac-2.jpg

"KÖTÜ"LER'İN "İYİ" İNSANLARI!..

Urfa'nın Kötüler Mahallesi'nde, babaları kaçakçı olan çocuklar "tahta at" oyununu misket oynamaktan, çember çevirmekten ve köşe kapmaca oynamaktan daha çok severlerdi...

Ancak onların bir küheylana binercesine "tahta at"larla oynadığı tek oyun, kaçağa giden babalarının geride bıraktığı toz bulutundaki gölge oyunu değildi!..

"Kolçu- Kaçakçı" oyunu da oynardı "tahta at"lı çocuklar...

İşte o "oyun"da; kaçakçıları takip eden "Kolcu"lar, yani eskinin Tekel memuru rolündeki çocuklar, sanki siyah atlara (!) binercesine ve sanki "kaçakçı" rolündeki çocukların kır atlarının (!) peşine düşercesine, bir yoksullukla sefalet oyunu sergilerken, mahallede yaşayanların gözleri- kulakları sınır boylarındaydı...

Kaçakçı babaların tamamı geri dönerse ne ala?.. Mayınlı araziden dönmeyen her kaçakçı için bir "tahta at" lanetlenmişcesine bir kenara atılır ve artık o "Kolcu-Kaçakçı" oyununun enkaza dönüşmüş bir paçavrası gibi yokluğa terk edilirdi!!!

Urfa'da, 1980 öncesinde, ekmek uğruna mücadele edenlerin yaşamından kesitler yansıtan bu manzara hayal artık!..

Kaçakçıların çoğu öldü, onların çocukları ve torunları ise "ithalat"ı keşfetti...

Artık onların çoğu, babalarının at sırtında getirdiği oyuncakları- kumaşları Mersin gümrüğünden gemilerle, TIR'larla taşıyorlar Urfa'ya...

Ve o TIR'ları siyah Mercedesleriyle takip ediyor o çocuklar!..

Eskinin "kaçak", yeninin "ithal" malları ve onlardan süzülen "Kolcu- Kaçakçı" oyunundan geriye kalan tek manzara ise kaçakçı çocuklarının bir bölümünün artık "at" yetiştiricisi olması ve zenginleşen kimilerinin de "yarış atları""mayın"dan uzak yemyeşil parkurlarda keyifle koşturması!..

Çünkü "Kötüler"deki yaşam mücadelesini onlara miras bırakanlar da, yani "o iyi insanlar, o güzel atlara binip gitmişlerdi!!!"

 

Yazarın Diğer Yazıları