Bir "Yes be annem" değil…

Türkiye Cumhuriyeti-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilişkilerinde garip bir ölçü var;

Türkiye, Mehmet Ali Talat'ı desteklediğinde müdahalede bulunmuş varsayılmıyor; Rauf Denktaş'ı, Derviş Eroğlu'nu desteklerse bırakın müdahaleyi, Ergenekon eliyle operasyon çekmiş dahi sayılabiliyor!

"Dün"den kalan bu ölçü; doğrusu ölçüsüzlük, bugün de sürüyor. KKTC Başbakanı Ersin Tatar'ın, Kıbrıs'a su taşıyan borulardaki arızanın giderilmesi ile ilgili törene katılmak üzere Ankara'ya davet edilmesi ve 46 yıldır kapalı olan Maraş'ın seçime 4 gün kala açılması üzerinden, günlerdir, Türkiye'nin KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerine "Tatar lehine" müdahil olduğu konuşuluyor, eleştiriliyor.

***

Türkiye'nin tercihi Tatar'dan değil de Akıncı'dan yana olsaydı, aynı çevreler, aynı derecede telaşa kapılır mıydı, Kuzey Kıbrıs Türkleri'nin iradelerinin ne kadar özgür olup olmadığı çok da umurlarında olur muydu bilmiyorum. Geçmişte, merhum Denktaş'ı tasfiye etmek üzere, milyon euroluk AB fonlarıyla giriştikleri toplum mühendisliklerini düşününce, sanmıyorum.

Bu anlamda, Akıncı gibi, alenileşmiş duygu, düşünce ve planları hiç de Türkiye dostu sayılamayacak bir figürün, KKTC seçimlerini kaybetme ihtimalinin belirmiş olmasının bir kısım "Türkiyeli"yi çileden çıkarmasına da şaşırmıyorum.

Fakat, dün, Korkusuz'da, Can Ataklı da, "Kıbrıs'ta seçilecek kişi, her zaman Türkiye'den destek almıştır. Ancak hiçbirinde bu kadar açıktan ve pervasızca destek alan bir isim olmamıştı" yazınca hatırlatma ihtiyacı duydum. Zira, AK Parti iktidarının, 2010 seçimlerinde, Derviş Eroğlu'na karşı Mehmet Ali Talat'a verdiği desteğin yanında devede kulak bile sayılmaz bugün Tatar'ın "yanında" verdiği konjonktürel(!) fotoğraf aslında.

***

Hatırlayın;

AK Partili işadamlarına satın aldırılan gazetelerin genel yayın yönetmenleri, "Talat'ın seçilmesini sağlamak üzere" adaya nasıl çıkarma yapmışlardı!

Talat'ın partisi CTP'nin yayın organlarını kullanarak, Türkiye'de başvurdukları bel altı yöntemleri, haysiyet cellatlığını nasıl KKTC'ye de taşımışlardı! Nasıl, Dervişoğlu'nu itibarsızlaştırmak üzere kullanmışlardı.

Aralarında, üstelik de "Erdoğan adına" olduğunu söyleyerek köy gezilerine çıkanlar bile vardı.

Talat'a oy versinler diye, KKTC'de yaşayan "Türkiyeliler"i adeta kıskaca almışlardı; Talat'ın zaferi uğruna her türlü baskı mübahtı.

Ya o utanç konuşmaları?

Talat'ın, Türkiye'deki iktidar sahipleri ile yaptığı "Denktaş'ı bitirme planları"nın tapeleri çarşaf çarşaf yayınlanmamış mıydı?

***

KKTC, "yavru vatan" da olsa "ayrı bir devlet" ise, Türkiye, "anavatan" da olsa elbette vali atar gibi Başbakan, Cumhurbaşkanı atayamaz KKTC'nin başına. Ancak, Norveç seçimlerinden de söz etmiyoruz.  KKTC'yi yönetenlerin politik tercihleri sadece KKTC'nin yönetim biçimini belirlemiyor ki; Türkiye'nin güvenliğiyle de doğrudan ilgili.

Bu sebeple, Mısır'da bile seçim mitingleri düzenlemiş, ABD seçimlerinde dahi "taraf"ını bildirmiş, Suriye'de beğenmediği devlet başkanının devrilmesini tekraren ve ısrarla talep etmiş Türkiye'nin, bunca siyasi ve diplomatik tuhaflıktan sonra, "garantör" konumunda olduğu, "deniz sınırı" bulunan ve Doğu Akdeniz'de verdiği "Mavi Vatan" mücadelesinin de en stratejik üslerinden biri durumundaki Kuzey Kıbrıs'ı yönetecek zihniyetle ilgili tavır ve tercihlerinin bulunmasını tartışmak memleketin olağan akışına aykırı… "Hukuk" çerçevesinde, seçimin meşruiyetine gölge düşürmeyecek şekilde, kendi ali menfaatleri doğrultusunda "gönlünde yatan aslan"ın kim olduğunu pekala belli edebilir; dayatmaya, demokratik hakların gaspına dönüşmediği müddetçe ne mahsuru olabilir.

Kaldı ki, bırakın seçimleri, Annan Planı'yla ilgili referandum sürecinde bile akıtılan oluk oluk parayı, düzenlenen uluslararası kampanyaları, neredeyse "sivil darbe"ye giden "NGO" faaliyetlerini düşününce, "Tatar'ın lehine" sarf edilen çaba o kadar da "görülmemiş derecede pervasız" sayılmaz bence!

SORU-YORUM

Fıkra değil; 2015 yılında yazdığı bir yazıdan dolayı, 2018'de açılmış dava kapsamında, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in esnaf ziyaretleri için gittiği Giresun'da, kaldığı otelde gözaltına alınan Murat İde, bütün gece nezarethanede tutulduktan sonra, sabah ifadesi alınarak serbest bırakıldı.

Sormayalım mı;

Haftanın hemen her günü bir gazete yahut televizyon kanalında boy gösteren, resmi olarak bir kurumun kayıtlı çalışanı olan, dolayısıyla da ev, işyeri adresleri devletin elinde bulunan, hatta geçtiğimiz aylarda uğradığı saldırı dolayısıyla  kendi ayaklarıyla bizatihi karakola gitmişliği ve orada işlem yaptırmışlığı da bulunan İde'yi, sahiden de iki yıl boyunca arayıp da bulamadınız mı?

Dahası…

İfade konusu belli olduğu halde, kendisini bütün gece nezarethanede tutmanız "hukuki bir şart" mıydı?

 

Yazarın Diğer Yazıları