Bitmeyen teyakkuzumuz…

Bir temel hukuk ilkesi, dolayısıyla "hukuk devleti" olmanın da temel ilkelerinden biri olarak, "usul esasa mukaddemdir." Yani, usul esastan önce gelir.
***
Daha üç beş gün önce, başka bir çok konuda olduğu gibi "İstanbul Sözleşmesi'nin feshi" konusunda da, ülke yönetimi açısından asıl olanın, esasa dair üretilen polemiklerden ziyade bu ilkenin çiğneniyor olması olduğuna dikkat çekmeye çalışmış ve aynen şunları yazmıştım:

"Herhangi "bir" konuda, sırf "canı öyle istedi" diye devletin bütün yasal/Anayasal bariyerlerini yerle bir etmekte sakınca görmeyenlerin, yarın aynı tavrı başka "birçok" konuda da tekrarlamayacaklarının garantisi var mı?..
"İstanbul Sözleşmesi yürürlükteyken de kadın cinayetleri işlenmeye devam ettiğine göre kaldıralım gitsin" demek, bir hukuk devletinde, sözleşmenin, taahhüt edilene aykırı şekilde feshini savunmak, apayrı bir konu. Bir "yol açma" aslında…
İdam yok belki ama ağırlaştırılmış müebbet hapis var, müebbet hapis var; buna rağmen insanlığa karşı suç işlenmiyor mu?
Kasten öldürme olayı yaşanmıyor mu?
Uyuşturucu ticareti yapılmıyor mu?
Devletin güvenliğine kast edilmiyor mu?
Anayasal düzen hedef alınmıyor mu?
Ne yapalım?
"Metinler"de öngörülen yaptırımlar bu suçları ortadan kaldırmıyor diye metinleri mi ortadan kaldıralım her seferinde?"
***
Bu satırların mürekkebi kurumadan olanlara bakın:
***
Gazeteci Muharrem Sarıkaya sordu:
- Bir Cumhurbaşkanı, 'Ben Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden çekildim derse veya Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi'ni feshettim derse veya Montrö'yü tanımıyorum derse…'
TBMM'nin hukukçu Başkanı Mustafa Şentop cevap verdi:

Teknik olarak yapabilir! Bunu sadece bizim Cumhurbaşkanımız değil, Almanya da yapabilir… Amerika da yapabilir…
Şöyle bir izahat ekledi:

Mümkün ama ihtimal dahilinde değil!
***
Bu "teknik imkan"ın ilanından duyduğumuz endişe sadece zeka seviyemizin "varsayılan ortalama zeka seviyesi"yle uyumsuzluğunun neticesi mi?
Hiç mi, "Yok canım o kadarı da olmaz" dediğimiz, aklımıza hayalimize getirmediğimiz iş "imkanı bulunduğu anda" yapılmadı memlekette?
***
Nitekim…
Hemen peşinden ne oldu?
Astsubay Okulları ve Harp Okulu'na öğrenci alımındaki "İrticai ve bölücü görüşleri benimsememiş veya bu faaliyetlere karışmamış olmak" hükmünün kaldırıldığı haberi yayıldı.
Akıl alır iş miydi?
Peki hangi gerekçeyle?

"Bu hüküm vardı da, FETÖ'nün sızmasını önledi sanki" diye!
Anladınız mı şimdi "Bunlar, sözleşme/madde/anlaşma/yasa varken de olmuyor muydu" kafasının "yol olması"ndan neden endişe ettiğimi.
***
Sonra ne oldu?

Saygı Öztürk, dünkü köşesinde dönüşümün "irtica"yla sınırlı olmadığını "Astsubaylık Temel Askerlik ve Astsubaylık Anlayışı Kazandırma" ve "Subaylık Temel Askerlik ve Subaylık Anlayışı Kazandırma" kurslarının yönergesinden, daha önce var olan Atatürk ve ilkelerinin tamamen kaldırıldığını iddia etti.
Türk Ordusu'nu Atatürksüzleştirmek akla, hayale gelir iş miydi?

"Doğruysa" deme ihtiyacı duyuyorum, zira, "Cumhuriyet Türkiyesi" için işin esasının işaret ettiği fecaat ayrı bir yana… Usulen, daha bir hafta önce yayınlanan Millî Savunma Üniversitesi Harp Okulları Yönetmeliği'nde, Harp Okulları'ndaki eğitim ve öğretimin ana ilkeleri sıralanırken, "Öğrencilere, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda Atatürk Milliyetçiliğine, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerine bağlı hizmet bilinci ve mesleki değerlerin kazandırılması sağlanır" denilmişken, yasa ve yönetmeliklerin hilafına yönerge olabilir mi?
"Akademik hayatta bu ilke doğrultusunda eğitilecekler, kursta gerek duymadık" diye bir mazeret olabilir mi? O zaman, 'Nasıl olsa lisede İnkılap Tarihi öğreteceğiz' diye ilkokuldan itibaren hiç yer vermeyelim ders kitaplarında Atatürk'e!
Döndük mü yine yazının en başına, aynı "keyfiyet" metoduna!
***
Başka ne oldu?
Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşat Salihi, istifa ettirildi.
Niye?
Bir söylentiye göre iktidar "davayı şahsileştirmesinden rahatsız oluyor" diye!
Hangi iktidar?
Bizatihi devleti şahsileştirmiş olan!
Geçelim ironiyi; 10 yıldır ITC Başkanı olan Salihi, 1 ay daha görevde kalsa da yeni başkanı seçme görevi "Cephe"nin tamamen kendisine bırakılsa kıyamet mi kopardı?
Aynı "irade tanımama", TBB'nin bir türlü yapılamayan kongre sürecinde de göstermedi mi kendini?
***
Ve son örnek…
Merkez Bankası Başkan Yardımcısı, (Para Politikası Kurulu üyesi) Murat Çetinkaya, geceyarısı kararnamesiyle görevden alındı; daha birkaç gün önce Merkez Bankası Başkanı'nın aynı yöntemle görevden alınması Türkiye'ye trilyonluk fatura çıkarmamış gibi…
***
Bütün bu, muhtemel olmadığı halde ama mümkün olduğu için başımıza gelenler/getirilenler, her söze/işe "makul bir şüphe"yle yaklaşmak, her an "teyakkuz"da olmak için yeter neden değil mi?

Yazarın Diğer Yazıları