Biz barıştan yanayız

ABD-İngiltere-AB öyle istedi diye Annan Planı’na “Evet” dedik. Bütün dünyadan alkış aldık. Birleşmeden, bütünleşmeden yana olduğumuzu kanıtlamış bir taraf olarak bizi alkışlayanlara “Sözünüzü tutunuz, vaat ettiklerinizi yerine getiriniz” dediğimizde “Hay hay”  dediler, “birleşip bütünleşeceğinizi vaat ettiğiniz ve bizim tanıdığımız ‘meşru hükümetinizle’ anlaşınız ki vaat ettiklerimiz kendiliğinden yerine gelmiş olsun” cevabını verdiler. Bunu biz anlamak istemiyoruz ve uğradığımız haksızlıktan dem vuruyoruz. Yine Annan Planı’na “Evet” dememiz için 30 milyon dolar harcayan ABD’nin biz plana “Evet” der demez bu onayımızın “ayrı devlet, ayrı egemenlik istememe garantisi” anlamına geldiğini BM Güvenlik Konseyi’nin raporlarına kaydettirdiğini de unutuyoruz ve Talat-Hristofyas görüşmelerinin bu ABD çizgisinde başlatılmış olduğunu da görmezlikten gelmeye çalışıyoruz. Bu süreci Anavatan Türkiye’mizin hükümeti “tam bir güven içinde desteklemektedir” gerçeğini de “barışçılığımızın yeni bir göstergesi” olarak kabul edip sineye çekiyoruz. Yıllarca müşterek milli bir dava olarak yürütülmüş olan ve gerçekte Yunanistan’ın yarattığı bir Türk-Yunan meselesi halinde seyretmiş bulunan bu dava şimdi “Kıbrıslılar halletsin; onların kabulü bizim de kabulümüzdür” haline getirilmek isteniyor. “Uzlaşmazlık” damgasını yememek için “Bu da ne” diyemiyoruz! Barıştan, uzlaşmadan yana olduğumuzu kanıtlamaya devam için “masadan kaçmayan taraf olacağımızı” ilan etmekle kalmıyoruz, Hristofyas masadan kaçmasın diye süreç başlamadan pazarlıksız, şartsız şurtsuz “Tek egemenlik, tek devlet, tek bağımsızlık, tek halk, tek vatandaşlık” ilkelerini Rum’a teslim ediyoruz.

Böylelikle hangi barıştan, hangi uzlaşmadan yana olduğumuzu dünya önünde tescil etmiş oluyoruz. Yabancı diplomatlar indinde Kıbrıs Türk tarafı “tek egemenliği olan, iki toplumun oluşturduğu tek halkın tek devletini federal bir şekle dönüştürmek kararını almıştır”. Ayrı egemenlik, ayrı devlet, ayrı bağımsızlık, ayrı “halk” olmak iddiası yoktur. Eli kanlı Rum idaresini meşru hükümet olarak tanıyan bu yabancılar kuşkusuz bu gelişmelerden memnundurlar ve bunun bir sonucu olarak Kıbrıs Türklerinin, Hristofyas’ın da beklediği gibi, “var olan cumhuriyetin damı altına girmesini” beklemektedirler. Barıştan yana olduğumuza göre Hristofyas’ın bu makul davetini kabul etmemizi bekliyorlar. Annan Planı’na “Evet” demekle elde etmiş olduğumuz iddia edilen “yücelikler” işte bu beklentilere ve ABD’nin “Evet’imize” getirdiği yorumla olduğu kadar Hristofyas-İngiltere memorandumu ile de sınırlanmıştır.

Halkımızın endişesi bundandır. Barışçı olduğumuzu kanıtlamaya devam için içine girmiş olduğumuz bu çıkmaz yoldan nasıl çıkacağız? KKTC’yi vatan bilen herkesin sorduğu soru budur.
Hristofyas da barış istediğini kanıtlamıştır. AKEL-CTP dostluğu Hristofyas’ın “barış meleği” olduğunun kanıtı haline getirilmiştir. Sayın Talat, Rum liderliğinin boyasını ve foyasını ne kadar açıklasa da AKEL’cilerle CTP’liler müşterek hasret giderme eylemlerine pervasızca devam etmektedirler. Halk bu ne perhiz, bu ne turşu demekteyse de Talat-Hristofyas süreci Türk hükümetinin tam desteğiyle devam etmektedir. Hristofyas Türkiye’nin niyetleri hakkında kuşku duymasın diye olacak, Türk hükümeti “fiili ve etkin garanti” deyiminden vazgeçmiş, bunun yerine “etkin garanti” deyimini getirmiştir. Bunun anlamı Türkiye’nin bir AB üyesi ülkede asker  bulundurmayacağı, fakat-kâğıt üzerinde de olsa-müdahale hakkından vazgeçmeyeceğidir. Halbuki eski Genel Sekreter Annan, Papadopulos’a “müdahale hakkı yoktur ve olamaz” garantisini çoktan vermişti. Akıl ve mantık da AB üyeliği bizim de katılımımızla meşru hale getirilmiş bir Kıbrıs’a dıştan müdahalenin pek de mümkün olamayacağını kanıtlar. “KKTC asla kabul edilemez” diyen ve “kurucu vilayete” razı olan Hristofyas’ı ve KKTC’nin tanınmamasında ısrarlı büyük ülkeleri tatmin için olacak, Türk hükümeti Annan Planı’ndaki “Türk Devleti” deyimini kullanmak suretiyle KKTC’den vazgeçilebileceği, vilayete razı olunacağı işaretlerini de vermeye başlamıştır. Kısacası tutulan yol ve başlatılan sürecin sonu teslimiyettir. Rodos Adası’ndaki Türkleri model olarak alabilirsiniz. Devletsiz uzlaşma, egemenliğimize dayanmayan bir anlaşma bizi Girit olaylarının eşiğine getirecektir. Megali İdea’yı, Akritas Planı’nı, geçmişi, Rum Ortodoks Kilisesi’ni bilenler ne dediğimi anlayacaklardır.

Yazarın Diğer Yazıları