Biz istemedikçe

“İstemeyen çocuğa meme verilmez”  derler. Annan Planına  “evet” demekle (dost ve müttefik ABD’nin tefsirine göre) bundan böyle ayrı devlet, ayrı egemenlik istemeyeceğimizi de kabûl etmiş olduk! Bu saçma değerlendirmeyi ne Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kınadı, ne de Ankara bu saçmalığı bu güne kadar ret etmiştir. Halkımız ise yapılan kamu yoklamalarında  “Devletim”  demiş ve Türkiye’nin Garantörlüğünde ısrar edeceğini duyurmuştur. Ancak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti makamlarının bu konudaki sessizliği anlaşılır değildir. Hükümetin hâlâ  “iki toplumlu, iki kesimli federasyon” öngörmesi düşündürücüdür.
AKP Hükümetine göre Annan Planına  “evet”  demekle ileriye doğru büyük adımlar atılmış oldu. Bu adımların tümüne bakıldığında  “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak”  herhangi bir adım atılmadığını görürüz. Atılan adımların tümü  “Kıbrıs Hükümeti”  addedilen Rum idaresi ile bütünleşmekten yana olan  “Türk toplumu” mertebesindedir. AB’nin bize bakışı budur. Dış dünyada açtığımız veya açacağımız  “temsilcilikler”  de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin temsilcilikleri olarak kabul edilmemektedir. Bunlar  “Kıbrıs Türk Toplumunun”  veya Annan Planında vilâyet olarak kayda geçmiş olan sözde  “Kıbrıs Türk Devletinin” temsilcilikleri olarak kabul edilmektedirler.  Neden? Çünkü biz bu tür aşağılanmaya boyun eğmekte ve bu şekilde (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden söz etmemek kaydıyla) elde edilenleri halkımıza “büyük ilerleme”  olarak takdimi marifet bilmekteyiz.
Annan Planına “evet” dedikten sonra kimse bizim  “ayrı bir Halk olduğumuzu; kendi kaderimizi tayin hakkı ile donanmış, Rum’a eşit bir siyasi varlık olduğumuzu”  inkâr edemezdi. Allah’ın yardımı ve Papadopullos’un bağnazlığı sayesinde elde ettiğimiz bu fırsatı değerlendireceğimize  “ambargolar kalksın, izolasyon sona ersin; biz iyi çocuklarız” yoluna çıktık. Kıbrıs meselesi sanki ambargolarmış havasını yarattık. Bu da yetmezmiş gibi hedefimizin  “bütünleşme”  olduğunu tekrarlayıp durduk, fakat bu bütünleşmenin parametrelerini açıklamadık; Çek ve Slovak misali, iki devletin AB şemsiyesi altında birleşmesi formülüne dört elle sarılmadık. Hâlâ, Türkiye  “gerçekler” üzerinde durmaya başlamış olduğu halde biz burada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, bu gerçekleri  “iki devletin ortaklığı”  olarak açıklamadık;  “Kıbrıs’ta iki egemen, kendi kaderini tayin hakkı olan Halk ve onların ayrı demokrasileri ve devletleri vardır” demedik. Hâlâ, söz arasında “Annan Planı bazında”  görüşmelere hazır olduğumuzu da duyurmaktayız. Bu oyuna geldiğimiz takdirde ABD  “dostumuz”  adına söylendiği gibi  “eksersizin önerilerimizi Rumların kabul edebilecekleri şekle sokmak” yönünde gelişeceğini sanki bilmiyoruz! ÖRP’nin Kongresine katılan İtalyan dostumuz “Tek devlet içinde iki toplumun eşitliğini” savunurken aldığı alkış da Kongreye katılanların hâlâ Kıbrıs meselesinde Devletlerarası ortaklık formülünün hayati önemini anlamadıklarını göstermektedir. ÖRP’nin kongresinde yapılan konuşmalara baktığımızda  “Annan Planına evet diyeli her şey tıkırında cereyan etmektedir ve yeni kararlar almaya gerek yoktur” ! Özellikle AKP’den gelmiş olan yetkili kişinin değerlendirmesine bakacak olursak, Annan Planına evet demekle kat etmiş olduğumuz mesafe ile övünmemiz gerekmektedir. Bu değerlendirmelerde ABD adına yapılan çağrı ve AB’nin bastırması kasıtlı olarak unutulmaktadır. Tekrar hatırlatalım: (1) Türkiye mükellefiyetlerini yerine getirmelidir (yani Rum idaresini  “meşru hükümet”  olarak tanımalı, ona eşit muamele yapmalı, limanlarını Kıbrıs bayrağına açmalıdır). Bu yapılmadıkça Türkiye ile AB arasında varılacak anlaşmalar uygulanmayacaktır. Kısacası AB Türkiye’nin AB yolculuğunu - hiç hakkı olmadan ve Uluslararası Antlaşmaları da çiğneyerek - Kıbrıs Rum idaresini  “meşru hükümet olarak”  tanımasına bağlamış, Kıbrıs meselesini bir ön koşul haline getirmiştir; (2) Türkiye’nin ve bizim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak önerilerimizi Rumların kabul edebilecekleri şekle sokmamız talep edilmektedir. Rum tarafının kırmızı çizgisi bilinmektedir. Evet, geldiğimiz nokta budur ve Kıbrıs meselesi bugüne kadar bu kadar bıçak üstünde bir durumda olmamıştır. Hâlâ Konfederasyon (iki devletin ortaklığı) demeyecek miyiz? İstemeyen çocuğa meme vermezler. Ders almayacak mıyız?

Yazarın Diğer Yazıları