Bizim siyasetçilerimiz - Mahmut Esad Kıraç

Bizim siyasetçilerimiz - Mahmut Esad Kıraç
Dünyada oy verenin oy verdiğinden korktuğu tek ülke Türkiye’dir...

Türkiye’de hatta bütün dünyada siyasetçilerin söylemi hemen hemen aynı doğrultudadır. Onlara göre bütün uğraşları halkı refaha kavuşturmak, güzel ve mutlu bir gelecek tesis etmektir.

İktidara gelen parti sözünü tutmak için işe koyulur, muhalefetse iktidar eleştirilerine devam ederek yine güzel gelecek tasavvuru yapmaya devam eder. Bu işin tezat tarafı şu ki bizde iktidar partisi iktidara gelince de güzel gelecek umutları aşılar.

Kısacası bizde iktidar da muhalefet de hayal satarak oy toplar.

Yirmi yıl iktidarda kalırlar fakat yine de hedef 2023 demekten utanmazlar. 20 sene iktidarda kalan bir partinin hedef olarak 2023’ü göstermesi yirmi yılda istediklerini yapamadığı ya da ‘’alamadığı’’ anlamına gelir.

Yirmi sene muhalefette kalanlarsa aslında bizlere ‘’Ben muhalefet yapmayı beceremiyorum ama beni bir de iktidar da deneyin.’’ mesajı veriyorlar. Eh ne yapalım yine de onların sattığı hayaller, içinde yaşadığımız gerçeklere galip geliyor. Çünkü insanız, inanmak istiyoruz…

Yani bizim siyasetçilerimiz Türk halkını bıçak ile duvar arasında bırakırlar. Üstelik bütün bunları yaparken o kadar ciddi olurlar ki siyasetçi değil de icra memuru zannedersiniz.

Türkiye’de siyasetçiler yalnızca seçim dönemlerinde gülerler. Oy isterlerken yüzlerinde öyle bir gülümseme olur ki… Bu gülümseme kimine göre ‘’Sen bir oy ver bak, ben sana neler yapacağım.’’ kimine göre de ‘’Geleceğin güzelliği gülüşümde saklı.’’ gibi yorumlarla bezenmiştir.

Dünyada oy verenin oy verdiğinden korktuğu tek ülke Türkiye’dir.

Bizim siyasilerimiz seçim döneminde, zam döneminde işçisiyle maaş konuşan patronlara benzerler. Öyle tatlı öyle güler yüzlü olurlar ki yüz lira daha isterseniz fakir kalacak gibi davranırlar ve patronunuza acıyıp zamdan vazgeçersiniz.

Sonra da sene boyu ay sonunu getirmekle uğraşırsınız.

Trabzon’a giderler ‘’uşağum’’ derler, Erzurum’a giderler Erzurumlu fıkrası anlatırlar, İzmir’e giderler Atatürk’ten bahsederler, köylere giderler ellerinde tırpanla fotoğraf çekilirler, namaza giderler secdede fotoğraf çekilirler… Kısacası ortalama bir vatandaş, bizim siyasetçilerimize uzaktan baktığında net bir şekilde yapmacıklık görür.

Bütün bunların üzerine oy alamazsa da halkı suçlarlar. Ta ki gelecek seçime kadar. Önceden fıkralar ezberlenmiş, Trabzon ağzı çoktan çalışılmış ve birkaç Atatürk vecizesi konuşmaların üzerine serpiştirilmek üzere çoktan hazırlanmıştır.

Güler yüzlü ve samimi siyasetçilerimizin kalmadığı Türk politikasında liderlerin vaat ettiği güzel gelecekleri yine aynı liderlerin suratları yalanlamaktadır. Mizahtan yoksun, yalnızca isteyen ve emreden tavırla yapılan siyaset mutlaka son bulmalıdır. Siyasi partiler şirket gibi yönetildiği müddetçe bu memlekette iktidar da muhalefet de değişmez.

Heinrich Heine şöyle söylemiş: ‘’Şövalyeler eskiden kılıçlarını bellerinde taşırlardı. Bugün onun yerine biz çok daha güçlü bir silahı dudağımızda taşıyoruz: Nükte silahını…’’ fakat bizde bu silahı kullanacak kadar zeki siyasetçi de maalesef pek azdır.

Türkiye’de siyaset ve siyasetçi bir döngü içerisindedir. Birçok yeni parti kuruluyor, yeni seçim vaatleri ile doluyor kulaklarımız fakat insanımız yine aynı. Anlayın artık meselemiz yeni partiler kurmak değil insanımızı değiştirmek, yani zihniyeti değiştirmektir.

Vaktiyle bürokraside ciddi görevlerde bulunan bir adama,

‘’Ne kadar namuslusun?’’ diye sormuşlar.

‘’İki yüz bin liraya kadar namusluyum.’’ demiş.

Neden diye sorduklarında, ‘’Daha fazlasını teklif etmedikleri için.’’ diye cevap vermiş.

Bizim siyasetçilerimizden bahsedip de rüşvetten bahsetmemek olmaz. Siyasetçilerimizin en acı tarafı da maalesef budur.