BM aktif olmalı mı?

Rum basını Talat-Hristofyas görüşmelerinin kendi istekleri doğrultusunda ilerlemediğini yaymaktadır. Tarafsız gözlemciler de “iki eski yoldaşın”  beklenen şekilde her konuda anlaşmaya varamadıklarını yansıtmaktadırlar. Bizde ise “görüşmeler iyi gidiyor” havasını yaymak, seçimler açısından gerekli görülüyor. “Aman bizi seçiniz; anlaşmak üzereyiz; anlaşmadan sonra referandum ve uzlaşma gelecek” mesajları verilmektedir. Hafta sonunda DP’li adaylarla uğradığım bazı köylerden aldığım izlenim budur. “Uzlaşma oluyormuş; ancak bu uzlaşma iyi mi, kötü mü?” söyleyen yok deniliyor. KKTC’siz uzlaşma isteyene rastlamadım. Yaseminlilerin söyledikleri karşısında “kanımız dondu” diyenler çok. Ben de bunların arasındayım. Bir başka parti “Erdoğan bizimle” havasını yayıyormuş. Bir diğeri de tek başına iktidar havasında her derde derman oluyormuş. Genelde politikacılara karşı bir güvensizlik var. DP’nin programını incelemiş olanlar benimle hemfikir. Ayakları yerde, gerçekçi bir program hem milli davada, hem de ekonomide! Bir diğer parti mensupları  “Rauf Denktaş Türkiye’ye gidemez; giderse Ergenekon sanığı olarak tutuklanacak” diyormuş. Seçimlerle ilgisi ne bunun diye sorduğumda “Size inanmamızı istemiyorlar” cevabını aldım. Bu ziyaretim İstanbul’dan avdetimden üç gün sonra yapılmaktaydı. Hemen hemen her ay birkaç kez Anadolu’nun bir yerinde konferanslara gidiyorum diyorum. Gülüşüyorlar. Köy ziyaretleri keyifli geçiyor bir bakıma. İnsanlara söylenen yalanlar dizisini seyrediyoruz.
Ancak konumuza gelelim. Sayın Talat da görüşmelerin istendiği şekilde gitmediğini görmüş olacak ki BM ile diğer ilgililerin Rum liderliğini ciddiyete davet için daha aktif şekilde rol almalarını istiyor. Hakemliği talepten şimdilik vazgeçmiş. “Rum lider hakemliğe karşı; bu safhada ortalığı karıştırmak istemedim” diyor.
Ben burada BM’nin daha aktif rol alması konusuna değinmek istiyorum. BM Genel Sekreteri, Güvenlik Konseyi kararlarını uygulamakla sorumludur. Bu kararlar Rum’un lehine, bizim aleyhimizedir. En başta KKTC tanınmamakta, Rum’un 1963’de yerle bir ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti var sayılmakta ve bu yıkımın sorumlusu da, Anayasaya rağmen, meşru hükümet addedilmektedir. Geçmişten bugüne kadar gelip geçmiş Genel Sekreterler Kıbrıs meselesinin hallinde yardımcı olamamışlarsa bunun nedeni, Güvenlik Konseyi kararları ile ellerinin bağlanmış olmasıdır. Böyle bir makamı Kıbrıs görüşmelerinde daha aktif olmaya davet etmek bence yanlıştır. Türkiye’nin milli çizgisini teşkil eden “İki eşit halk, iki devlet ve Garantilerin fiili ve etkin şekilde devamı” konusunda Genel Sekreter, bu gerçekler doğrultusunda ağırlığını koyamaz. Şimdiye kadar koyamadığı gibi. En çok yapacağı “kurucu devletler”, “egemence uygulama” gibi uyduruk deyimlerle bizi yeni bir Annan Planı formatına zorlamaktır, tabii Rumların kabul edebilecekleri değişikliklerle.
Bizim Genel Sekreterden ve Genel Sekretere talimat veren ABD-İngiltere gibi  “ilgililerden” istememiz gereken tek bir şey vardır, o da tam tarafsızlıktır! Bu da zor bir iş değildir. Rum tarafına “1960 Antlaşmalarına göre Kıbrıs’ın tümünün ve özellikle Türk ortağınızın hükümeti veya idarecisi değilsiniz ve olamazsınız” sözünün söylenmesinden ibarettir.  Aksi takdirde Genel Sekreterin daha aktif rol alarak görüşmelere müdahalesi Türk haklarının Annan Planında olduğundan da gerilere gitmesine hizmetten başka bir şeye yaramayacaktır. Bilinmesinde yarar vardır.

Yazarın Diğer Yazıları