Bu sefer Kartalkaya

Bir taraftan Özdağ ve diğer taraftan da Ekrem İmamoğlu meselelerinin okunma ve algılanma biçimi üzerinden değerlendirmeler yapıyor toplum. Aynı anda bu olaylarla ilgili olarak konsolide olmuş olan muhalefet tepkilerinin ölçümlemeleri yapılıyor. Öyle ki az tepki verdi, çok tepki verdi gibi tepkiler bunlar. Enteresan olan bu tepkilerimizin asıl kaynağı olması gereken hukukun işleyiş biçimi olması gerekirken ve toplumun da bunu öncelemesi gerekirken asıl tartıştığımız konuların kimin işine yaradığını tespit etmek gerek sanırım.

Anlaşılıyor ki muhalefet kendi açısında parçalı halde kalmaya son derece hazır. Ben yazıyı yazarken mesela henüz DEM Parti tarafından Özdağ tutuklaması için henüz bir kınama dahi gelmemişti. Bu da hukuk adına yapılacak olanların siyasi kimlik ile ilişkisinin nasıl sonuçlar doğurabileceğine bir örnek olarak hafızalarda kaldı.

Muhalefetin bu kadar parçalı halinin elbette hep birden aynı fikirde olmamalarından olduğu kesin ama bir şekilde düşünce özgürlüğü konusunda dahi birleşememek halkta nasıl bir karşılık görür ona da bakmak lazım.

Lakin işler muhalefet tarafında biraz iktidarın istediği gibi gidiyor görünürken biraz da kontrolden çıkmış gibi. Elbette işin yolsuzluk tarafı varsa kefil olunamaz ama istifa ederek aklanan AKP’lilerin varlığı durumu oldukça tehlikeli bir noktaya taşıyor, bu durumda da muhalefet tarafının itirazlarının daha çok karşılık bulması söz konusu oluyor.

Ama işte siyasetin bu derin ve dahi gündelik kaos görüntüsü veren konuları içinde birden bire yeni felaketlere uyanıyoruz. Bu seferde Bolu Kartalkaya’da bir otelde çıkan yangın ve yiten canlar geliyor gündeme. Adını anarak daha da ünlü etmek istemediğim bazı sosyal medya mücahitleri buradan bile siyaset devşirip Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’a yangın ve sığınmacılar üzerinden saldırıyorlar.

Oysa bu meselede sorumlu idarenin Bakanlık olduğunu bilmemeleri mümkün değil. Biraz iddalı oldu sanırım bu cümle aslında pekala o da mümkün ama bana bu cehalet hali biraz kasıtlı görünüyor.

Neyse onları içlerinde bulundukları ruh hali ile baş başa bırakalım ve kendimi bildim bileli yaşanan bu felaketler karşısında neden hep aynı tepkileri verdiğimiz halde bir araya gelerek hep bir ağızdan eleştirmediğimizin sebeplerini bulmaya çalışalım.

Elbette bu sebepleri bulmak için gazeteci olmak yetmez, biraz bilimle ilgilenmiş olmak gerekir. O bakımdan bilmediği ya da eksik bildiği konularda ahkam kesmemeye dikkat eden birisi olarak bu anlamda hissettiklerimi paylaşmayı daha uygun buluyorum.

Şu anda ben de toplumun büyük çoğunluğu gibi hem son derece üzgün hem kızgın hem de kırgınım. Kendimi bildim bileli bu ülkede iki şey hiç değişmiyor ne yazık ki, bunlardan birisi dün yaşadığımıza benzer büyük, küçük felaketler ve o felaketler karşısında sorumluluk hissi beslemesi gerekenlerin yaptıkları hamaset.

Bu tip konular ne zaman gündeme gelse örnek olarak verilen Japonya bu konuda depreme dayanıklı yapılarından çok, felaketler karşısında sorunluluk duyan ve bunun gereğini yapan yöneticileri gündeme gelir. Daha çok da o konuyu o an iktidarda olmayanlar açar. Belki 22 yıldan fazladır aynı parti iktidarda olsa bile yaşı yetenler bu iktidardan önce de neler olduğunu ve olup biten karşısında daha önceki iktidarlarında nasıl davrandıklarını hatırlarlar.

Evet olaylar olduktan sonra elbette hepsi gerçekten üzülür, gerçekten belki de sorumluluk hisseder ve nadiren bu sorumluluğu üstlenen açıklamalar da yapılır ama olaylar olmadan engellenmesi ile ilgili konular gündeme geldiğinde hepsi susar.

Bunun bir kader olduğu üzerinden değerlendirmeler de sadece bir tarafın iktidara sahip olduğu zamanlara ait değil belki ama iktidar süresi ve o dilin kullanımı açısından mesuliyet sorununa çözümmüş gibi sunulması ağırlıklı olarak bir tarafa ait.

Unutmamak gerekir ki insanların canları söz konusu olduğu zamanlarda bile istisnalardan bahaneler üretebilen söylemler karşısında dayanabilecek herhangi bir güç yoktur. Son geldiğimiz noktada hemen her konu birbiri ile bağlantılı olsa da konu insan hayatı olduğunda bari siyaset bağnazlığından biraz çıkabilsek ne güzel olur diye çok düşünüyorum. Sonra da kısa kişisel tarihimdeki bu konu ile ilgili anılarımı düşünüyorum. Umutlarım o ikinci safhada tükeniyor.

Yazarın Diğer Yazıları