Bugünler tıpkı işgal günleri

16 Mart 1920’de  İngiliz, Fransız ve İtalyan Yüksek Komiserleri erken saatlerde Sadrazam Salih Paşa’ya saat 10’dan itibaren İstanbul’un işgal edileceğini bildiren bir nota verdiler. Nota ekinde İstanbul’un Müttefik Devletlerin posta, telgraf ve telefonun kontrol altına alınacağı, düzenleme, duyurma ve uygulamanın işgal kuvvetlerince sağlanacağı vurgulanıyordu.
1920’nin İstanbul’u ne ise 2008’in Türkiye’si de işte o.
O gün İstanbul’daki Padişaha nota veren İtilâf Devletlerinin yerini bugün Ankara’dakilere nota veren AB devletleri almış bulunuyor ve o gün posta, telgraf ve telefonu ordularıyla işgal edenler bugün aynı mekanizmayı Türk Telekom’u satın alarak dolarlarıyla ele geçirmiş bulunuyor.
O gün İstanbul’u işgal edenler, Türklerin bu coğrafyadan defolup gitme zamanının geldiği kanaatine varmışlardı, bugün Ankara’ya nota veren ve posta, telgraf ve telefon mekanizmasını ’serbest piyasa’tuzağıyla işgal edenler de Türkiye’nin Türklere ait olmadığını, bu coğrafyada 27 azınlığın bulunduğunu, Fırat ve Dicle’sinde İsrail’in, Doğu ve Güneydoğu’sunda Ermenistan, Karadeniz ve Ege’de Yunanistan’ın hakkı olduğunu söylüyor, söylemekle yetinmiyor, “Bunu böyle kabul etmek zorundasın!” dayatmasında bulunuyorlar.
O gün İstanbul’u işgal edenler Türkiye’den bir Kürdistan çıkarmak için Wilson Prensipleri’nin hayata geçmesini istiyorlardı, dünkü İtilâf devletlerinin yerini alan bugünkü Avrupa Birliği de siz kardeş falan değilsiniz dediği Kürtler için, onlara özerklik verin, yetmez, Aleviler de ayrı bir ırk ve din, onlar için de azınlık hakları ihsas edin, zâten  “Fener Rum Patrikhanesi Ekümenik Patrikliktir!”  demiyorlar mı?
O gün meselâ İngiliz Dışişleri Bakanlığı Doğu Masası memurlarından W.S. Edmonds’a göre nasıl  “Türklerin akıllarını başlarına getirmek için tek çare İstanbul’un işgal edilmesi”  idiyse bugün de Vatikan’ından AB ve ABD’sine kadar cümle Haçlı ve Siyonistler bu coğrafyadaki egemenliğin yani kanun koyma yetkisinin Türk milletinden alınıp Batı’ya devri gerçekleştirilmeli, bu da yetmez, buna bir de Türk’ün sahillerinin, madenlerinin, üretim ve istihdam gücü olan müesseselerinin, tarım arazilerinin, akarsularının velhasıl Türklerin  “vatan” dediği ve “kendisinin bildiği” nesi var nesi yoksa işgal edilmeli, el konulmalı ve tabii bu 1920’lerdeki gibi askeri güçle değil, çok daha kolay, çok daha kalıcı ve Türk’ün uyanmasını geciktiren bir metotla, “yani serbest piyasa ekonomisi oyunlarıyla” yapılmalı dediler ve öyle de yapmadılar mı!
1920’de İstanbul İtilâf devletlerinin çizmeleri altında ezilirken Hükûmet gazetelerde yayımladığı resmî bildirilerle milletine, “İtilâf Devletleri’nin niyetinin saltanat makamının nüfûzunu kırmak değil aksine o nüfûzu desteklemek ve sağlamlaştırmak olduğu ve Türklerin İstanbul’dan mahrum edilmeyeceği” masallarını nasıl anlatıyorduysa bugün de Ankara’daki hükûmet, AB’nin niyetinin Türkiye’yi bölmek ve Sevr’i hortlatmak olmadığını onların aslında Türkiye’yi düşündüğü, demokrasiyi savunduğu ve insan haklarını arzuladığına dair masallar anlatmıyor mu?
O gün İstanbul’u işgal eden İtilâf Devletleri Komiserleri ve yerli işbirlikçiler nasıl yazılar kaleme alıp ve beyannameler yayımlayarak Mustafa Kemal’in itibarını kaybettiği ve en kör taraftarlarının da artık gerçeği anlamaları gerektiğini dile getiriyor idiyseler bugün  “Avrupa Birliği” olarak kamufle etmiş dünkü İtilâf devletleri ve  işbirlikçileri de, Atatürk’ün ve onun milli devleti Türkiye Cumhuriyetinin devrini tamamladığını bas bas bağırmıyorlar mı?
Ve o gün Türk’ün Antep’ini, Urfa’sını, Maraş’ını işgal eden İtilâf isimli Haçlılar Türk kadınının başörtüsü ile nasıl uğraşıyor idiyseler, bugün de dünkü işgalci İtilâf Devletleri paralelindekiler de taşıdığı mermiler ve eline kına yakıp cepheye gönderdiği evlatları ile bu vatanı kurtaran ve bu devleti kuran Türk kadınının başörtüsü ile uğraşmıyorlar mı?
Uyan Türkiye, uyan artık!

Yazarın Diğer Yazıları