Bunun için bile hesap vermeleri gerek

TÜYAP Kitap Fuarı için Pazar günü Eskişehir'de olmam gerekiyordu. Hızlı tren biletimi günler öncesinden almıştım. Sonra, Marşandiz durağında o facia yaşandı.

Beni bir korku aldı.

Baktım, yalnız değil mişim; Şengül Hablemitoğlu hoca da kendisini ve ailesini "bu kafa"ya emanet edememiş, kazanın hemen ertesinde İstanbul-Ankara biletini iptal etmişti.

Yazıyı süslemek için başvurulan mübalağalar sanmayın bunları;

Günlerce yakın çevremin başının etini yedim, "Gitmesem mi? Ne yapsam?"

Sabah evden ayrılırken oğluma kaç kere sarıldım hatırlamıyorum; dram üstüne dram yarattım, herkesi bunalttım, 'bir daha görmemek' ihtimalinin sancısıyla gözlerim dolu dolu çıktım kapıdan dışarı.

Garın önüne geldiğimizde hâlâ "vaz mı geçsem" diye kavga ediyordum kendimle.

"Korkuyorum gelemiyorum" diyemediğim için ayaklarım geri gide gide girdim içeri.

Dakika bir, daha perona ulaşamadan "teknik arıza" anonsu geldi; trenimiz gecikecekti.

Hayatımda ilk defa bir gecikmeye sevindim; en azından bir sorun olduğunu fark etmişlerdi, bu da bir şeydi!

Arızanın giderilmesini beklediğimiz aşağı yukarı yarım saatte, Ankara Garı'nın değişik noktalarında kümelenmiş kimi çay-kahve içen, kimi sigaraya çıkan, kimi bulduğu bankta dinlenen hemen her grubun etrafında dolanıp kulak kabarttım; onların da gündemi hemen hemen aynıydı:

- Geldik ama inşallah sağ salim varabiliriz...

- Teknik arıza diyor, geri mi dönsek!

- Çoluk çocuk da hiç istemiyor ama...

- Buradan mı kalkmıştı kaza yapan tren de?

Aralarında "fıtrat"çılar da yok değildi ama ekseriyet tedirgindi; bu hal Eskişehir'e varana kadar (dönerken de aynı şekilde Ankara'ya varana kadar) trende de devam etti. Her ani seste bir ürperme, irkilme, neymiş, nedenmiş kontrol etme hissi; yolcular -güç almak için- sık sık birbiriyle göz göze geldi.

Sadece bunun için;

Bizleri bu kaygılarla, bu kadar güvensiz, her an, başımıza acaba nereden ne gelecek korkusuyla yaşamaya mahkûm ettikleri, bu sağlıksız ruh halinin müsebbibi oldukları için bile "sorumlular"ın hesap vermeleri gerekiyor bence. Hasta ettiler hepimizi!

Havalimanı bile yapamayan belediye mi olur!

Şaka değil, Pazar sabahı Ankara'dan Eskişehir'e giden 8.40 treninde bu konuşma gerçekten de yapıldı:

-Neden İstanbul'dan Eskişehir'e trenle gitmedi anlamadım- İstanbul'dan Ankara'ya uçakla gelmiş, Ankara'dan de trenle Eskişehir'e gitmeye çalışan yaşlı amcayla, karşısındaki koltukla oturan takım elbiseli beyefendi sohbet ediyor. Takım elbiseli, yaşlı amcaya soruyor:

- Eskişehir'e uçak yok mu?

- Yok.

- Neden?

- Ne bileyim, yok...

- Eskişehir'i o yapmış ya, Büyükerşen bir havaalanı yapamamış mı!

- Yapamamış demek ki, bilmem ben...

Sohbet ilerledikçe ortaya çıktı ki, Eskişehir Büyükşehir Belediyesini "havalimanı yapamamak"la suçlayan takım elbiseli bey "Cumhur İttifakı"nı oluşturan partilerden birinden belediye başkan adayıymış.

Havalimanı yapmanın belediyenin işi olmadığını bilmeyecek kadar cahil olamayacağına göre -belediyenin ne işe yaradığını bilmeden aday oluyorsa o da ayrı bir facia- toplumu kandırırken hiçbir sınır tanımıyorlar gerçekten.

Ya bir "ense patlatmacı" çıkarsa?..

Çok sık olmasa da ara ara "sağduyunun sesi" olma mücadelesi veren birkaç iktidar yanlısı gazeteci var; onlardan istirhamımdır:

Sayın Cumhurbaşkanı'na;

Abdi İpekçi'nin Mozambik'te öldürülmediğini...

Çetin Emeç'in Zimbabwe'de katledilmediğini...

İlhan Darendelioğlu'nun Kongo'da suikasta uğramadığını...

Uğur Mumcu'ya, Tanzanya'da kıyılmadığını...

Hıncal Uluç'un Beyrut sokaklarında kurşunlanmadığını...

Ahmet Hakan'a Sudan'da dayak atılmadığını...

Yeniçağ'a taşla sopayla saldırının Uganda'da olmadığını...

Hatırlatabilir misiniz acaba?

Ya o seslendiği kalabalıklardan biri durumdan vazife çıkarır da "Fatih Portakal'ın ensesini patlatırsa"?

Kim ödeyecek bedelini?

SORU-YORUM

Bir insanı adıyla sanıyla hedef göstermek, millete onu cezalandırma görevi vermek suç mudur, değil midir? Suça teşvik midir, değil midir? Bu tip suçlar, Ali söylerse suç iken, Veli söylerse suç olmaktan çıkar mı, çıkmaz mı? 

Kumpas şehidi anılıyor

Onu kumpasçılardan korumak için kılını kıpırdatmayan ve tek çarenin "onuruyla göçmek" olduğunu düşüneceği bir çaresizliğe terk eden "sistem", katillerini neredeyse pamuklara sararak yargılıyor!

Ölümünün 9. yılında, Yarbay Ali Tatar'ı anmak, geride kalanlarına -engellenen adalet mücadelelerinde- destek olmak istiyorsanız;

Yarın 12.30'da Karşıyaka Mezarlığı'ndaki mezarı başında anma töreni, saat 20.00'da ise Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanlığı'nda Şiir Kitabı tanıtımı yapılacak.

Yazarın Diğer Yazıları