"Burnuma kötü kokular geliyor"

"Burnuma kötü kokular geliyor"
"Burnuma kötü kokular geliyor"

Cumhuriyet çalışanı gazeteciler ile ilgili davanın tanığı Hüseyin Gülerce. Sözcü muhabirlerinin tutuklanmasına ve sahibi hakkında yakalama kararı verilmesine neden olan "ihbarcı-tanık" da Hüseyin Gülerce. Kendisi 17-25 Aralık günlerine kadar Fetullahçı çetenin önemli bir elemanıydı. Çetenin resmi yayın organı Zaman gazetesinde genel yayın müdürlüğü ve köşe yazarlığı yaptı. Aynı çetenin kamuoyundaki "resmi yüzü" sayılması gereken Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın kuruluşunda mütevelli heyet başkanı oldu, yıllarca bu görevi yürüttü.

Fetullahçı çete ile AKP, iç içe, kucak kucağa iken "Cemaat bu konuda ne düşünüyor" sorusunun yanıtı için kulaklarınızı Hüseyin Gülerce'ye çevirmeniz gerekirdi. 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk rezaleti ortaya dökülünce Gülerce, AKP'den yana tavır aldı, cemaatten uzaklaştı ve şimdi de kimin cemaatçi olup kimin olmadığı ile ilgili bilirkişi!

Önce şunu unutmayalım: Bu şahıs, Fetullahçı çete devlet içinde örgütlenmek üzere yasadışı işler çevirdiğinde, her şeyin merkezindeydi. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı kurulan kumpası bilmiyor olmasına olanak var mı? Bu kumpas ile hangi Fetullahçı çete mensubunun terfi edeceğini, silahlı kuvvetlerin çete tarafından nasıl ele geçirileceğini bilmiyor olması mümkün mü?

Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk, Odatv gibi davaların hangi amaçla açıldığını herhalde birinci elden biliyor olmalıydı. Dahası, o vakit çetenin hangi amaca yürüdüğünü de herkesten iyi biliyor olmalıydı. Ve bu suçları nedeniyle henüz yargılanmadı.

Hiçbir savcı, "Gel bakalım, sen bu suç örgütünün eski tepe yöneticisiydin. Etkin pişmanlıktan yararlanmak için çetenin çökertilmesine hizmet edecek bilgileri de vermedin, otur şuraya da anlat bakalım" demedi. Diyemedi çünkü 17-25 Aralık AKP'nin zayıf karnıydı, o gün AKP'den yana tavır alarak en ziyade müsaadeye mazhar hale geldi.

Savcılara sadece şunu sormak istiyorum: Mesela bir mafya üyesinin, mafya üyesi olmaktan vazgeçmesi, daha önce işlediği suçları affettirebilir mi?

Şimdi düşünelim: Bu şahıs, herhangi bir etkin pişmanlık ifadesi vermedi. Vermiş olsaydı, TSK içindeki yapılanmanın boyutlarının ortaya çıkarılması mümkün olabilir miydi? Evet, olabilirdi.

 İfadesinde Adil Öksüz'ün askerlerle ilgili baş imamlardan biri olduğunu söylemiş olsaydı, Öksüz'ün MİT tarafından daha etkin şekilde takibi mümkün olabilir miydi? Evet, olabilirdi.

MİT, Öksüz'ün faaliyetlerini takip etmiş olsa, darbe planlandığı çok önceden ortaya çıkarılabilir miydi? Evet, çıkarılabilirdi.

Peki bu adam Fetullahçı çetenin gerçek yüzünü bildiği halde neden onu açıklamadı da şimdi Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerini Fetullahçı çetenin üyesiymiş gibi göstermeye çalışan davaların ihbarcı tanığı? Burnunuza kötü kokular gelmiyor mu? Gazetecilere yönelik davaların böyle uyduruk ihbarlar ve uyduruk kanıtlarla açılması, yurtdışında en çok kimin işine yarıyor? Savcı Beyler, ne yaptığınızın, neye alet edildiğinizin farkında mısınız?

Mehmet Y. Yılmaz Hürriyet

***

Ahmet Şık'ın yakaladığı o dehşetengiz cümle ne

--------------

... 17 Temmuz günü yazdığım bir konuyu Ahmet Şık, önceki gün, şimdiden tarihe geçen savunmasında aynen tekrarladı.

*

Konu Başbakan Binali Yıldırım'ın 15 Temmuz gecesi saat tam 22.40'ta MİT Müsteşarı'na ettiği telefondu.

Başbakan Yıldırım, o saatte MİT Müsteşarı'ndan herhangi bir bilgi alamadığını söylemişti.

*

Ancaak...

Ahmet Şık savunmasında, benim yazımda olmayan, çok ama çok önemli bir ayrıntıyı verdi.

Başbakan Binali Yıldırım şöyle devam ediyor: "Ben kendisine (MİT Müsteşarı'na) sordum, 'Darbe oluyor, ne yapıyorsun?' 'Yok' dedi. 'Bir şey yok, normal. Biz çalışıyoruz'..."

(...)

Abdulkadir Selvi dünkü yazısında ve geçen ay yayınlanan kitabında o geceye ait çok ilginç bir toplantıyı anlatıyor.

*

15 Temmuz gecesi MİT'te gizli tutulan bir yemek vardır. Masada, Suriye'deki muhalif gruplardan birinin en üst yetkilisi ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez oturmaktadır.

*

Saat tam 22.00'de yemeğe geçilmiştir. Daha çorbalarından ilk kaşığı almışken bir görevli gelip Hakan Fidan'a bir şeyler söyler ve o da masadan kalkıp gider.

*

Az sonra gelen bir yetkili Diyanet İşleri Başkanı ve Suriyeli muhalif lideri sığınağa indirir.

Sığınağa inerlerken, asansörde Mehmet Görmez'in cep telefonu çalar.

*

Arayan eşidir ve şunu söyler: "Cumhurbaşkanlığı'ndaki bir görevlinin eşi İstanbul'dan aramış ve 'Darbe oluyor, buranın etrafını sardılar' demiş."

*

Peki Diyanet İşleri Başkanı Görmez eşine ne cevap vermiş?

Buyurun Abdulkadir Selvi'nin kitabından okuyalım:

"Ben bu işi en önce haber alacak yerdeyim (MİT'te). Onlar öyle bir şey söylemedi."

(...)

 MİT'in sığınağına inen asansöre ulaşan bilgi, aynı binanın üst katındaki ofise ulaşmamış olmalı ki, ülkenin başbakanına, saat 22.40'ta şu cevap veriliyor:

"Burada bir şey yok. Her şey normal, biz çalışıyoruz..."

***

PEKİ o saatte her şey gerçekten normal mi... Buyurun o saate de bakalım

- Saat 21.00: Darbeciler Genelkurmay Karargâhı'nı ele geçirerek komutanları esir almışlar. Kendilerine direnenlerle de çatışmaya başladıkları için silah sesleri duyulmaya başlamış.

- Saat 22.00: Genelkurmay Karargâhı'nda silah sesleri duyuldu ve helikopter dışarıda bulunanların üzerine ateş açtı.

- Saat 22.05: Genelkurmay Başkanı'nın uçuş yasağı emrine rağmen, Ankara'da savaş jetleri ses duvarını aşarak uçuş yapmaya başlamışlar.

- Saat 22.28: İstanbul'da tanklar, 1. köprünün Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçişi kapatmış.

- Saat 22.35: İstanbul Atatürk ve Sabiha Gökçen havalimanları darbeciler tarafından işgal edilmiş.

Ertuğrul Özkök Hürriyet

***

FETÖ'cünün bedduası mı, mağdurun bedduası mı

--------

Vatan Partisi Öncü Gençlik Ankara İl Başkan Yardımcısı Yıldız'ın açıklamalarından anlıyoruz ki..

FETÖ sanıklarının koğuşunda her sabah saat dörtle altı arasında beddua seansı yapılıyormuş.

Tabii ki birinci sırada Cumhurbaşkanı..

Sonra..

Kendilerini hapse atanlar..

Sonra..

Kendilerine karşı olanlar, eleştirenler falan..

Ben de nasibimi almışımdır..

***

Beddualarının Allah tarafında yerine getirilmesini diliyorlar..

Kendilerine şunu sormak istiyorum..

Bu halleri..

Tezgâhla..

Kumpasla..

Fırıldak çevirerek..

Hayatlarını kararttıkları insanların bedduasının sonucu olmasın..

Mehmet Tezkan Milliyet

***

Neden erken seçim?

--------

 Şu anda AKP'de panik yaşanıyor. Olur da merkez sağda oluşacak yeni bir parti kurulursa iktidar olamayacakları kesinleşecektir. Referandum sonucunda MHP'nin çok fazla katkılarının olmadığı açıkça ortaya çıktı. Zaten ilk durakta MHP'yi otobüsten indirmeleri de Allah'ın emri. Referandumda bu oyları aldık bir erken seçimle işi bitirelim diyecekler.

Mesut Parlak Sözcü

**

"Milat"tan sonraki 4 adım

------

(...) Bugün FETÖ adını almış "Gülen Cemaati'nin, devlet ve toplum için en tehlikeli hale gelecek güce erişmesinin" en büyük sorumlusunun bizatihi AKP hükümeti olduğu; Ahmet Şık'ın savunmasının temel çatısını oluşturuyor.

Buradaki bazı bölümlerin daha görünür hale gelmesi, toplumun tamamını ilgilendirmesi nedeniyle bir zorunluluk. Bu görünürlüğün önemi dolayısıyla Şık'ın TSK'deki hazırlığın nasıl yapıldığını belgelediği, adımları listeleyeceğim. Listeyi buradan paylaşmamın bir nedenini de FETÖ'nün terör örgütü olarak nitelenmesinde 17/25 Aralık'ın milat alınmasını isteyenlerin tutarsızlığını sergilemek: (Parantez içleri Şık'ın yorumları)

- 9 Mayıs 2012: Askerlik Kanunu'nda yapılan yasa değişikliği askeri personelin 15 yıllık mecburi hizmet süresi 10 yıla indirildi. (Cemaat böylece kendilerinden olmayan subaylardan bazılarının ordudan ayrılacağını hesaplıyordu. Öyle de oldu.)

- 11 Şubat 2014: Askerlik Kanunu'nda yapılan değişiklik ile TSK'de terfiler 1 yıl öne çekildi. (Böylece aralarında çok sayıda cemaat mensubu olan 4 yıllık albaylar ve 3 yıllık generaller de terfi kapsamında YAŞ'a dahil edildi. Cemaat mensubu olmayan ve YAŞ kararlarında terfi alamayan generaller de bu şekilde emekli edilerek TSK dışına çıkarılmış olacaktı.)

- 12 Nisan 2014: TSK Yüksek Disiplin Kurulları Yönetmeliği ile ordudan ihraçları değerlendirmek üzere yeni disiplin kurulları oluşturuldu. (Bu kurulların çalışma esaslarını belirleyen Subay Sicil Yönetmeliği'nde yapılan değişiklik, irticai faaliyetler nedeniyle TSK'den ihraçların önünü kesiyordu.)

- 30 Aralık 2015: 37 AKP milletvekilinin imzasıyla sunulan yasa değişikliğiyle albaylıktan generallliğe terfi için bekleme süresi 4 yıla indiriliyordu. (Bu şekilde cemaat mensubu olan, ancak terfi sırası gelmemiş albayların general olmasının da yolu açılmış oldu.)

- 23 Haziran 2016 - TSK Personel Kanunu'nda değişiklik yapan bu yasayla ordudaki hizmet süresi 28 yıla düşürüldü. (1988 ve önceki yıllarda harp okullarından mezun olmuş subaylar, Gülen Cemaati'nin örgütlülüğünün en zayıf olduğu gruplardı. Böylece cemaat, kendisinden olmayan subayları, en çok sayıda bulunduğu üç devreyi birden topluca emekli ederek, TSK dışına çıkarmış olacaktı.) Üstelik yasanın Meclis Genel Kurulu'nda kabul edildiği gece, AKP'lilerin verdiği bir önergeyle, bu maddenin yasa çıktığı anda yürürlüğe girmesi maddeleşiyor.

Cemaat mensubu askerlerin TSK içindeki gücünü pekiştirme sonucunu doğuran bu beş yasa değişikliğinin dördü, 17/25 Aralık operasyonundan sonra hazırlanıp yürürlüğe girdi.

Hukuk devletinde suç tarihinin, siyasi iktidarın keyfine göre belirlenmesi, absürdün alanına girer. Bizden buna inanmamızı bekleyen iktidar, "O zaman cemaatin işine yarayacak dört askeri mevzuat değişikliğinin 17/25 Aralık'tan sonra yapılmasındaki hikmet nedir" sorusuna cevap vermelidir.

Çiğdem Toker Cumhuriyet

***

Şimdi ne diyecekler?

--------

Biz AKP'nin içindeki rahatsızlıkları dile getirdikçe, "Bunu da nereden çıkarıyorsunuz?" diye soruyorlardı.

Ve yazdıklarımızı "uydurma" olarak tanımlayanlar AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın partisiyle ilgili açıklamalarından sonra "ne diyecekler, ne yapacaklar" doğrusu çok merak ediyoruz.

Bizim "üstü kapalı ifadeler" ile anlatmaya çalıştıklarımızı Erdoğan "pat diye yüzlerine karşı" söyleyiveriyor.

Erdoğan, "Bize ne oluyor ki kendi içimizde birbirimize karşı çalım atıyoruz" diye soruyor.

Sonra da, "Önce şu hareketin kendi içinde birbirini sevmesi gerekir" diye ilave ediyor.

 

Bu sözler ne demektir?

Bu sözler AKP'lilerin birbirlerine karşı çalım attıklarının itirafı olduğu gibi aynı zamanda birbirlerini sevmediklerinin de kayda geçilmesi değil midir?

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bir de "dava idrakinden" söz ediyor.

"Teşkilatlar, belediyeler eğer bizim dava idraki ile hareket etmiyorlarsa bize zarar veriyorlar" diyor.

 

Sonra da kendilerine zarar verenleri şöyle uyarıyor:

"Zarar veren kardeşlerimiz kusura bakmasınlar biz adım atmadan kendileri gereken adımı atsınlar!"

"Dava idraki" gibi bir söylemin, "Biz muhafazakâr demokratız" diyen bir siyasi oluşum için bir hayli "okkalı bir söylem" olduğunu ifade etmeliyiz.

Muhafazakâr demokrat siyaset bu kadar "okkalı söylemleri" kaldıramaz ki!

Evet, iktidardaki AKP uzun süredir "iç didişmelere" sahne olan bir parti.

Bu didişmeleri bir türlü aşamıyorlar.

Zeki Ceyhan Milli Gazete