Bütün kuşlar vefasız, Ve insanlar da onlar kadar…

Bugünün geleceğini, bu yaman pişmanlığın içimi büklüm büklüm yapacağını, kederden kıvranacağımı biliyordum;

Bin defa uzandı elim telefona, bıraktım. Arayamadım.

Yazarken olduğu kadar cömert davranmadı dağarcığım bana; söyleyecek iki çift laf bulamadım.

Acaba telefonu kim açacaktı?

Sesi nasıldı?

Hali var mıydı?

Ne demek lazımdı?

Ne dememek lazımdı?

Acıyı paylaşmayı denerken acıtır mıydım istemeden canını?

Hiçbir şey yokmuş gibi davransam, safi neşe, duyarsızlık mı sayardı?

Mazeret mi; lafügüzaftan başka birşey değildi hiçbiri!

Haklıydı;

"Bütün kuşlar vefasız, mevsim artık sonbahar…"

Gerçek bir korkak gibi davrandım; "son defa" olacağını adım gibi bildiğim o "son" telefon konuşmasını yapamadım.

Perişanım.

***

Kıssadan hisse; sevdiğiniz, değer verdiğiniz, saygı duyduğunuz, hayran olduğunuz, önemsediğiniz kişilere karşı bencil olmayın. İki dakikalık ızdıraba dayanamama korkusuyla, onların günler, geceler, aylar, yıllardır dayandıkları ızdıraplarına, iki dakikalığına şifa olmaktan kaçmayın; "vefa"nızı, göstermekten kaçınmayın.

***

Benim yazı kahramanım merhum Necdet Sevinç'tir.

Ama, meslek hayatımın, okuduğum andan itibaren "kulağıma küpe" olan yazısı Bekir Coşkun'a aittir. Şiir bilmem; ezbere bilirim o yazının her cümlesini… Her gün, her yeni yazıdan önce o "alarm" yeniden çalmaya başlar içimde bir yerde; hem duyarım, hem duymazdan gelmeye çalışırım sindirmesin diye aklımı, fikrimi, vicdanımı;

"(…)

Çatışma kızıştıkça, vuruşlar sıklaştıkça, kıyım hızlandıkça, saldırı yoğunlaştıkça, infazın yeri-yurdu yoktur…

Yaşarken insanları asarlar:

Gazetecileri, yazarları, dekanları, rektörleri, patronları, askerleri, aydınları, Atatürkçüleri, cumhuriyetçileri, yurtseverleri…

*

Kimi zaman bir onurlu-namuslu-yürekli insanı çırpınırken görürüm darağacına giden yolda.

Cellatlar sürüklemektedir onu, insanlar biraz korku, biraz merakla öyle bakarlar…

O anlatmaya çalışır; neden suçlu olmadığını, neden asılmayı hak etmediğini…

Ama en çok; neden kendisini asmak istediklerini…

Anlatmak ister, fakat…

Kararını vermiştir cellat

*

Biat etmeyenleri tek tek asıyorlar…

Her suç işlediklerinde... Her izanlarını, vicdanlarını, akıllarını yitirdiklerinde…

İşledikleri suça bir "suçlu" bulmak gerektiğinde... İlmiği bir başkasının boynuna geçiriyorlar.

Asılanların boynunda hep aynı yafta var…

Ortalık yine karışık.

Birisini asacaklar…"

***

2009 Ağustos'unda, Hürriyet'teki köşesine, o buz gibi "Yazarımız Bekir Coşkun yıllık izne ayrıldığı için yazılarına bir süre ara vermiştir" notu iliştirilmeden önce yayınlanan son yazısıydı bu Bekir Coşkun'un. Anlayanların anlamayanlara kulaktan kulağa fısıldadığı bir vedaydı.

Bakmayın, köşesinin en üstünde "10. Köy" yazmasına her yeni adresinde; sonrakiler "sığındığı saçak altları"ydı!

***

Dün baktım; adını bu yazıdan ilhamla koyduğum ve içinde, Cunda'daki o ünlü ziyaretgâhının verandasında yaptığımız içten söyleşinin de bulunduğu "Birini Asacaklar" kitabının kapağında "Tepeden tırnağa insan olabilme hali" diye tanımlamışım onu; doğru; Bekir Coşkun, tam da buydu; çoğu "insan"ın bile olduğunu unuttuğu kadar çok "insan"!

Duygusal ve kırılgandı…

İncelikli…

Hep o "göbeğini kaşıyan adam" yüzünden; cambazı olduğu sözcükler bile kıyafetsiz kaldı bazen. Anlatamadı. Daha doğrusu anlattı da; anlaşılamadı; halbuki en çok onun içindi mücadelesi; iyi yaşasın diye, makarna yahut nohut paketlerinden daha büyük hayaller kurabilsin diye…

Ondan hiç ayırmadı kendini. Sonuçta, "Bir ormanda yangın çıkarsa, o ormanda hiçbir canlı kalmaz, bütün canlılar yanar ve Türkiyede büyük bir orman yangını var"dı. Hep birlikte yanmak yerine, hep birlikte kurtulalım istedi.

"İstemezük" dedik iyi mi!

Ahkamcı değildi; eleştirdiği her beceriksizliğin, başarısızlığın faturasını önce kendi mahallesine keserdi;

- Bizim yüzümüzden!

Kötü gazetecilerdik! Anlatamadık!

***

Türkiye'nin, her defasında kovulmadan kovulan belki de tek gazetecisiydi. "Ülkenin en büyük yazarı" övgüsüyle, alkışlarla ve mahçup gönderildi.

"Demek ki, patron bu kadar direnebildi"

Medyanın teslimiyet bayrağı çekmesi ancak bu kadar zarif anlatılabilirdi.

***

Son konuşmamızda, ki aylar değil, yıllar geçti, "Çok yaraladılar beni" demişti; kovulmak, işsizlik, tehdit, hakaret, hiçbiri değil de "Kişiliksizleşmesi"nin istenmesini, beklenmesini hiç sindirememişti.

***

"Umutlu yanı şu ki, gazetecilik tabutu değil omuz verdiğimiz Bekir Coşkun'un; onurunu omuzluyoruz" yazmıştım, kovulmalarının birinin ardından.

Umutsuz yanı şu ki, bugün Bekir Coşkun'un tabutunu omuzluyoruz;

Azalıyoruz!

Tek tesellimiz;

Onu asamadılar!..

***

Ve…

***

Toplumu, bu kadar hunharca kutuplaştırmak, birçok başka şeyle birlikte bir de neden çok kötüdür biliyor musunuz?

Bir gün, sırf tabanınızı "konsolide edebilmek(!)" uğruna haysiyet cellatlığına soyunduğunuz "iyi adam"ların, vatanından kovmaya kalkıştığınız "vatansever adam"ların biri ölür…

Akla ilk gelen zulmünüz olur…

"Başsağlığı" dileseniz olmaz, dilemeseniz uymaz…

Kendi kurduğunuz kapanda sıkışıp kalırsınız öylece; yazık ettiğinizle hepimize…

 

Yazarın Diğer Yazıları