Castro son komünist mi?

1992 yılının Bahar ayları... Haydar Aliyev’in hayatını yazmak için zorlu bir yolculuktan sonra, karayoluyla henüz açılmamış Aralık sınır kapısından (Hasret köprüsü) Nahçıvan’a geçiyorum.
Nahçıvan’da her gün Haydar Aliyev’in odasında “Kızıl Yıldızdan Hilale” kitabım üzerine cumhurbaşkanıyla çalışıyoruz. İşte öyle günlerden bir gün, cumhurbaşkanının telefonu çalıyor. Rusca konuşuyor Aliyev ve Castro sözcüğü dökülüyor ağzından. Haydar Aliyev sanki bir hastayı yatıştırırcasına konuşuyor telefonda. Ben notlarımı düzenlerken yaklaşık on dakikalık telefon konuşması sona eriyor. Aliyev yüzünde biraz muzip bir gülümseme “Arayan şu Castro’ydu, Fidel Castro”  “Öyle mi efendim, ne istiyormuş acaba?” Gazeteci merakıyla sorduğum soruyla biraz ileri mi gittim diye düşünürken o anlatıyor:
 “Çok endişeli? Onunla Moskova’ya yaptığı ziyaretlerden tanışırız. Samimi bir insandır. Şimdi panik içinde. Demin bana sordu: Yoldaş Aliyev, Sovyetler Birliği yok mu artık? Nasıl izin veriyorsunuz buna? Ya size umut bağlayan Küba, Vietnam öteki sosyalist ülkeler ne olacak?”
Yıl 1992. SSCB dağılmış, Rusya Federasyonu kurulmuş. Ondan ayrılan yeni cumhuriyetler sancılı bir bağımsızlık sürecinin başında. Haydar Aliyev, yani eski Sovyet İmparatorluğu’nun dördüncü lideri. Nahçıvanlılar onu Gorbaçov’la kavgasından sonra Nahçıvan’a davet ederek Meclis Başkanı seçmişler. Küçük Nahçıvan’daki Büyük Adam Türkiye’ye ilk resmi ziyaretini gerçekleştirmiş ve altmışdokuz yaşında yirmi yaşındaki bir gencin enerjisine ve umuduna sahip.
“Ben Castro’yu biraz sakinleştirmeye çalıştım. Artık SSCB yok, buna kendini alıştır, yolunu çiz diye danıştım demin. Castro için komünizmden çok SSCB önemliydi. SSCB olmazsa Castro olur muydu? Yıllarca Küba ekonomisini biz finanse ettik; yoksa ABD’nin orayı işgal etmesi bir günlük ameliyattı. (operasyon)”
Aradan onaltı yıl geçmiş. Haydar Aliyev, Castro gibi uzun süren bir hastalıktan sonra liderlikten ayrıldı. Yayınladığı bildiriyi okuduğumda bazı anlamlı benzerlikler dikkatimi çekti. Aliyev de hasta yatağından bir yazılı açıklama yayınlayarak, oğlu İlham Aliyev’i kendi yerine aday göstermiş, bu onun son açıklaması olmuştu. Üç ay sonra, dışarıdan baktığımızda sakin bir liman ama içinde fırtınalı okyanuslar barındıran yirminci yüzyılın büyük Türk önderlerinden olan Aliyev, artık bu dünyada değildi. O, Komünizmin çöküşünü, SSCB’nin dağılacağını, daha Politbüro üyesi ve Başbakan Birinci Yardımcısı’yken görmüş, Azerbaycan ve Türk dünyası ile Türkiye’nin yeni dünya sisteminde güçlü ortak rolü oynaması için müthiş bir irade sergileyerek mücadele vermişti.
Castro ise inanmış ve bilinçli bir Marxist-Leninist olmadı yaklaşık 49 yıl süren iktidar döneminde. 1959’da gerilla savaşıyla Batista rejimini yıktığında Küba’daki gerillaların içinde yalnızca iki komünist vardı: Che Guevera ve Castro’nun kardeşi Raul Castro Ruiz. Zengin bir toprak ağasının çocuklarıydılar. Castro, dünyadaki çatışmaları felsefesi ve siyaset bilimi bağlamında yorumlayıp çözecek bir eğitim görmemiş, aydın kimliğine sahip olmasa da kitleleri peşinden sürükleyecek yeteneğe ve hitabet gücüne sahipti. Sovyetler Birliği, başlangıçta iktidarı ele geçiren bu sakallı gençlerle ilgilenmemiş, ama o Küba’daki diktatörlüğünü korumak amacıyla Moskova’yı Küba’da nükleer füzelerle dolu üs vermeye ikna etmiş; bu nedenle dünya onun küçük ihtirası nedeniyle büyük bir 3. Dünya savaşının eşiğinden dönmüştü.
Bence onun göstermelik komünistliği, Che Guevera’yı usta bir komployla Küba’yı terke zorlayıp, Boliyva ormanlarında ölüme gönderdiğinde sona ermişti.
Che Guevera, bugün Avrupa dahil belli başlı ülkelerde hâlâ bir idol ve kahraman olarak tanınıyor. Ama Castro’dan geriye acaba ne kalacak?
Tarih, yaşarken tuzak kurduğu liderlere ölümünden sonra bağışlayıcı olsa da, “Tarih beni beraat ettirecektir” sözünü sık sık tekrarlayan Castro’yu gerçekten de aklayacak mı?

Yazarın Diğer Yazıları