CHP lideri Kılıçdaroğlu, Atatürk’ün o sözleriyle yazdı: Büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum

CHP lideri Kılıçdaroğlu, Atatürk’ün o sözleriyle yazdı: Büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "iktidara yürüyüş" kurultayı öncesi Cumhuriyet gazetesinde bir yazı kaleme aldı. Kılıçdaroğlu, yazısında Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün "Bunalıyorum çocuk. Büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum!" sözlerini de hatırlattı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin 25-26 Temmuz'da düzenlenecek olan 'İktidar Kurultayı' öncesi dikkat çeken bir yazı kaleme aldı. 

Kılıçdaroğlu, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve Dönemin Çankaya Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak, arasında geçen bir diyaloğa da yazısında yer verdi.

Kılıçdaroğlu'nun yazısının ilgili bölümü şu şekilde:

"Buhranın, Türkiye’ye etkileri ile devletçiliğe yönelimin koşullarını anlamak için en önemli kaynak, Atatürk’ün TBMM yasama yılı açılış konuşmalarıdır. 1 Kasım 1930 tarihli konuşmasında Atatürk, “Özellikle tarımla ilgili ülkeler de duyulan dünya çapında bir ekonomik kriz vardır. Bu kriz, doğal olarak bizim ülkemizi de etkilemiş ve ağırlığını hissettirmiştir” diyordu.

Ekonomik krize karşı ülkemizin verdiği mücadelenin boyutları Atatürk’ün 1931’deki yasama açılış konuşmasına da yansımıştı: “Bu sınavda (ekonomik kriz) Türk milleti, yaşamı, çalışmaları, az şeyle yetinmesi ve özverisi ile övgüye değer bir güç göstermektedir.” Atatürk’ün “milletin az şeyle yetinmesi” ile kastettiği şüphesiz, yokluk ve yoksulluktu.

Dönemin Çankaya Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak, Anadolu’daki yoksulluğun Atatürk üzerindeki etkisini “Atatürk’ten Hatıralar” kitabında veciz bir şekilde anlatır. Kasım 1930 ile Mart 1931 tarihleri arasında uzun bir yurt gezisine çıkan Atatürk, bir gün Soyak’a döner ve şunları söyler:

“Bunalıyorum çocuk. Büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum! Görüyorsun ya, gittiğimiz her yerde durmaksızın dert, şikâyet dinliyoruz. Her yer derin bir yokluk, maddi-manevi bir perişanlık içinde.”

ÜLKEYİ KURTARMANIN ÇARESİ

Atatürk’e göre ülkeyi perişanlıktan kurtarmanın çaresi kalkınmayı hızlandırmaktı. Bu doğrultuda, 1933’te tamamlanan Birinci Sanayi Planı devreye sokuldu. Plan, uluslararası dayanışmayı da zorunlu gören temel bir anlayış içeriyordu.

Planın açıklanmasından kısa bir süre önce, TBMM’nin 1 Kasım 1932 tarihli açılışında konuşan Atatürk, bu anlayışı, “Biz, ekonomik güçlenmenin temelinin ancak her ulusun refah içinde yaşamaya ve ilerlemeye hakkı olduğunu kabul eden bir düşünceyle ve bütün ulusların birlikte çalışmalarıyla sağlanabileceği görüşündeyiz” sözleriyle özetliyordu.

Öte yandan Atatürk’ün bu görüşü, Osmanlı’nın kaçırmış olduğu sanayi devrimini yakalanması hedefini de ifade ediyordu. Demokrasinin Atatürk ilkelerindeki karşılığı olan “halkçılık” ile birlikte düşünüldüğünde devletçilik, Anadolu’yu ve Anadolu insanını sosyal politikalarla ve siyasal bir bilinçlenme süreciyle tanıştırdı; örneğin başarısız denemelere rağmen çok partili siyasi hayata geçiş taleplerini güçlenerek çoğalması ile sınıf tartışmalarına dayalı toplumsal yönelimler ve özellikle eğitim alanında yapılan reformlar bu çerçevede değerlendirilebilir.

Devletçilik, sanayi ve tarımsal yatırımların yurt geneline olabildiğince dengeli bir şekilde dağılımını da amaçlıyordu. Bu sayede tarımsal üretime dayalı ekonomiden sanayi üretimine dayalı bir ekonomiye geçişin ilk adımları atılmış oldu.

Ergani Bakır İşletmeleri, Ereğli Kömür Şirketi gibi devletleştirmeleri; Etibank ve Sümerbank aracılığıyla Anadolu’da kurulan fabrikalar ve sayısı artırılan maden işletmeleri nitelikli bir ekonomik- sosyal kalkınma ve istihdam artışı yarattı. Kamu işletmelerinin bünyesinde kurulan market, sinema, kreş vb. sosyal mekânlar da kentlerin dönüşümüne katkı sağladı.

Öte yandan büyük bir bölümü işletmelerin bulunduğu kentin sakini çalışanlar düzenli bir gelire kavuştu, kentlerin toplam geliri arttı. Fabrika ve diğer işletmelerin bünyelerinde okullar açılarak kalifiye eleman ihtiyacı karşılandı.

Böylece mesleki teknik eğitimin de temelleri atıldı. Bu süreçte genç Türkiye Cumhuriyeti, imparatorluktan devraldığı borçları da taksitler halinde ödedi. Devletçiliğin tarım sektöründeki uygulamaları da her ne kadar sanayileşme arzusunun gerisinde kalmış ve bu nedenle haklı bazı eleştirilere neden olmuşsa da önemlidir.

Özellikle TARİŞ, TMO ve Fiskobirlik gibi bu dönemin kooperatifleşme örnekleri, Ziraat Bankası Kanunu, Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün kuruluşu, şeker ve tekstil fabrikalarının açılması gibi örnekler tarım sektörü ile tarıma dayalı sanayinin gelişiminde öncü roller üstlendi."