"Çiçek gibi" adalet

Adalet Bakanı, konuk olduğu Anadolu Ajansı Editör Masası'nda adliye binalarında yapmak istedikleri değişiklikleri de anlattı. Şöyle çiçekli böcekli; "insanın içinin açılacağı", bir an önce çıkıp gitme isteği şöyle dursun hatıra selfileri filan çektirmek isteyeceği, botanik parkla lunapark arası bir mimari tasarımdan söz edince aklıma "Silivri" geldi.

Türkiye'nin son 10 yılını sembolize eden "baş yapıt(!)"lardan biri olan Silivri Cezaevi de pek bir renkliydi. En azından "ziyaretçi"lerin izlediği güzergâhı öyleydi. Baktıkça kâh yemyeşil bir ormanın ortasına yatmış gökyüzünü izlerken bulurdu insan kendini, kah Üsküdar sahilinde, Kız Kulesi'ne nazır çayını yudumlarken… Karanlık duvarları pet şişeden yapılmış çiçeklerle bezenince aynı alt geçitlerinden çiçek fışkırtılan İstanbul caddelerine benzemişti.

Hele bir görüş salonu vardı ki; Pinokyo, Keloğlan, Alaaddin'in Sihirli Lambası, hepsi düşünülmüştü bozmamak için gelen çocukların psikolojisini!

Gelin görün ki, kaç çocuğun babası, o "masal duvarları"nın arkasında verdi son nefesini…

Kurumların fiziki koşullarının insanların ruh ve beden sağlığını bozmayacak hatta üzerlerinde olumlu etkiler de yapacak standarda kavuşturulması elbette güzel, elbette önemli ama "öncelikli mi" derseniz?

Terazinin diğer kefesinde "adaletin tecellisi" varsa, asla!

Öyle sanıyorum ki, hiçbir hakim sırf adliye koridorlarında akvaryum yok diye yargısız infaz etmez karşısındaki kişiyi. Hiçbir savcı, makamına giderken bir yandan yasemin, diğer tarafından sümbül kokuları gelmiyor diye burnuna, iddianame görünümlü iftiranameler hazırlamaz kimse hakkında.

Yahut hiçbir mahkum sadece ama sadece çocuğuyla görüştüğü salonda Pinokyo resmi yok diye dertlenip de düşmez amansız hastalıkların pençesine…

Siz önce davacı olduğu dava dosyasına bakmayacak, duruşmadaki kadının etek boyuna takmayacak, "özel yetki"sini devletin temellerini, Cumhuriyet'in kurumlarını dinamitlemek, Türk Ordusu'nun içini boşaltmak, "devlet sırları"nı düşman devletlerin önüne dökmek için kullanmayacak, "Yüce Türk Milleti adına" vermesi gereken kararları şeyhinin, şıhının, hocasının yahut elini öptüğü, önünde iliksiz cüppesini iliklemeye çalıştığı, maddi-manevi çıkar sağladığı kişilerin adına vermeyen hakimler ve savcılar yetiştirmeyi becerin…

Adliye koridorlarını siyasetin ağır gölgesinden temizleyin…

İnsanların, sonradan beraat edecekleri suçlamalarla dört yıl, beş yıl cezaevlerinde çürütülmesinin önüne geçin…

Kimsenin, ne adliyelere, ne de cezaevlerine haksız-hukuksuz şekilde götürülmemesini temin edin…

İnanın ondan sonra damı akan, kapısı penceresi kırık dökük adliye bile "saray" gibi gelir vatandaşa!

Kriz anında ilk tasarruf edilecekler; çocuklar, çocuklarımız!

SMA hastası Zeynep bebek öldü.

Eymen bebek öldü.

Hafsa Nur bebek öldü.

Nehir bebek öldü.

Mustafa bebek öldü.

Arda Tahsin öldü.

"Mucize" ilaçları geri ödeme listesine alınmadığı, Türkiye'de bulunmadığı için…

***

Gaucher hastası 7 yaşındaki Yılmaz öldü; babası ilacını bulamadığı, düzenli kullanamadığı için…

***

Yurtdışından ilaçlarını getiremediği için yardım isterken, devletin bakanının dilenci muamelesine uğrayan 23 yaşındaki kanser hastası üniversite öğrencisi Dilek öldü.

***

26 yaşındaki şeker hastası genç ilaçlarını alamadığı için kaymakamlık binasının çatısına çıkarak, intihar girişiminde bulundu.

***

Bu haberlerden öyle çok var ki.

Ve fakat…

"Bu haberlerden öyle çok olan", ihtiyacı olan ilaca ulaşamazsa öleceği bilinen, buna rağmen ihtiyacı olan ilaca ulaşması sağlanamayan, velhasıl annesinin, babasının, doktorlarının gözleri önünde, onların gözlerinin içine baka baka ölen, ölümü seyredilen çocuklardan öyle çok olan ülkede bu haberlerden de çok var; okuduğunuz sadece sonuncusu:

- Sağlık Bakanlığı'nın 5.6 milyon liralık makam aracı kiraladığı ortaya çıktı!

Çünkü neden?

İtibardan tasarruf olmaz!

İlla tasarruf edilecekse, bir yerde mantıklı(!) tabii çocuklarımızdan etmeli; nasılsa üçer üçer seri üretimi garanti!

Bu mu yani!

***

Yüksek sıfatlı bir bakanlık yetkilisinin, milyonluk aracıyla protokol kapısından giriş yaptığı bir sağlık kuruluşunun morg kapısından üç-beş bin liralık ilacını temin edemediği için ölen el kadar bebeklerin cesetleri çıkarılıyorsa; emin olun "adaletin bu mu dünya" feryadından çok daha fazlasıdır bu dramın sorumlularının hakkı da, yargı reformu kapsamında vaat edilen özgürlükleri kullanma özgürlüğümüz ne kadar olacak henüz bilemediğimiz için kimseyi onu özgürlüğünden edecek bir eyleme sevk etmiş olmayayım; irademize başvurulacağı güne kadar, sessiz çığlıklarımızı biz yine içimize haykıralım.

 

Yazarın Diğer Yazıları