Çözüm reformu mu?

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün, Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi'ye, iddia olunan reformların ruhunu anlatırken kullandığı ve Selvi'nin de başlığa çektiği "Hukuk reformu İstiklal Caddesi'nde hissedilecek" cümlesi, köpürtülmeye, polemik ve dahi mavra üretmeye öyle müsaitti ki, diğer birçok manidar ifadeyi itinayla gölgeledi.
***
Öyle ya, Sayın Bakan, "Bizim hedefimiz de bu reformlarla Kızılay Meydanı'nda da İstiklal Caddesi'nde de insanlara dokunmaktır. Onların adalet arayışlarına yanıt vermektir" dediğine göre;
Yıllar sonra, "Yakan, yıkan, saldıran, ayakkabıları ve bira şişeleriyle camiye giren, başörtülü bacılarımızın üzerine işeyen, borsayı çökertme çabası içine giren, faiz lobisinin maşası, çapulcu, alçak Geziciler"e mi kulak vereceklerdi yani?
En son Boğaziçi protestolarında "terörist" de ilan ettikleri, "Rabbimizin yasakladığı, millî ve manevi değerlerimize sinsice saldıran, insanlık tarihi boyunca hep lanetlenmiş, genç dimağları zehirleyen, kültürümüze aykırı, marjinal, beşeri felaketlere yol açan, sapkın LGBT"lerin taleplerini mi yerine getireceklerdi?

"Bizim medeniyetimizle, bizim inancımızla, bizim dinimizle ilgisi olmayan, ezan okunurken düdük öttüren, ezanımıza saygısızlık yaparak doğrudan istiklalimize ve istikbalimize saldıran, 3-5 oy için göz yumarsak ecdadımızın da evlatlarımızında yüzüne bakamayacağımız feministler"le barış çubuğu mu tüttüreceklerdi?
***

"İstiklal Caddesi"nin son döneminde en çok tartışılan protestolar bu gruplardan geldiğine göre, tam olarak kimlerin adalet taleplerine cevap olacaktı, reformları?
"OHAL değil demokrasi isteyen CHP'liler"in mi?
HDP'lilerin mi?
Çevrecilerin mi?
Kadın derneklerinin mi?

"KHK mağdurları"nın mı?
"EYT"lilerin mi?
Dön geriye;

"Endişeli laikler"in mi?
Yerlerde sürüklenen "1 Mayıs göstericileri"nin mi?
Sendikaların mı?
Öğrencilerin mi?
***
Bu tartışma da dizi dizi yazıya layık ama Gül'ün, Selvi'ye söylediği asıl altı çizilesi cümle başka; en azından bana göre...
Gül, adalet reformuyla ilgili çerçeveyi çizerken diyor ki, "Yıllarca güvenlik mi özgürlük mü, tercihi ile karşı karşıya bırakıldık. Çoğu zaman güvenlik adına özgürlüklerimizi kurban ettik. Sonra bir de baktık ki, özgürlüklerin olmadığı yerde güvenlik de olmuyor."
İktidarların muhaliflerini susturmak, sindirmek üzere başvurdukları yöntemleri bir kenara bırakırsak, "devlet politikası" anlamında, Türkiye'nin sözde "özgürlük" taleplerine, "güvenlik önlemleri"yle mukavemet ettiği alan hangisi?
Keza Gül, bu soruyu sormaya bile gerek bırakmayacak netlikte getiriyor lafın gerisini:

Türkiye olarak tüm dünyaya 'Biz hem terörle mücadele ederiz, hem demokratik reformları gerçekleştiririz' diyoruz.
***
Demokrasi ve terör birbirlerinin muadili yahut alternatifi olmadıklarına göre, Sayın Bakan neden bu ikisini aynı cümle içinde kullanma ihtiyacı duydu acaba?
Gel de sorma;

"Adalet reformu", hanidir "geliyor gelmekte olan" hissi yaratan yeni bir "Çözüm Süreci"nin işaret fişeği mi olacak yoksa?
Bir kısım halkın iradesi…
Türk basın tarihinin en iktidar "yanakası" karakteri, başyazarı olduğu ve AK Parti'ye sadece siyasi yahut ideolojik olarak değil, aile bağlarıyla da sımsıkı bağlı olan gazetesindeki köşesinde şu başlığı atmıştı dün:

- Halkların seçtiklerini kabul etmeyenler, demokrasi sınavında sınıfta kalırlar…
Her zamanki mevzular; dış mihraklar, 28 Şubat vs...
***
Bu işler hep böyle;
Yandaşı oldukları siyasi liderin, 15 Temmuz alçaklığının yaşandığı gece halka yaptığı "sokağa çıkın" çağrısını, 'tarihi değiştiren söylev ve demeçler' arasına sokar, kutsamalara doyamazlar. Ancak, misal Ermenistan'da, olmayan ordunun askerî ayarına maruz kalan Başbakan'ın, kendi yandaşlarına destek çağrısı yapıp, onları sokağa çağırmasına, "provokasyon" kulpu takarlar.
Yandaşı oldukları partilerin içinde beliren muhalefeti anında "ihanet" diye yaftalarlar; o iç muhalefetin, parti içinde demokratik yollarla sonuç alamamasının neticesi olarak kurulan yeni partileri neredeyse birer terör yapılanması olarak konumlandırır, hemen her gün köşelerinde katline ferman yazarlar. Ancak, muhalefet partilerinin içinde başgösteren fikir ayrılıklarını birer hizibe dönüştürmek yolunda hiçbir fırsatı kaçırmazlar. Muhalefetin muhafeletine, ekranlarını soruna kadar açarlar; sansürsüz, atış serbest...
***
Yandaş medyanın "baş yanakası", "halkın oylarıyla seçilmiş olması"ndan yola çıkarak, karşıt düşülemez, itiraz edilemez, eleştirilemez, eleştirilmesi teklif dahi edilemezmiş gibi bir dokunulmazlık mertebesine çıkarıyor ya iktidarı... Bir an olsun aklından geçiriyor mu acaba, başta kendi gazetesi, iktidar yağdanlığı cenahın 7/24, en olmadık suçlamaları, iftiraları, hakaret ve aşağılamaları yönelttiği muhalefeti belirleyen kimin oyları?
Öyle ya, TBMM'deki siyasi dağılımın bir yarısını belirleyen "halk" da, diğer yarısı halk dışı bir iradenin ataması mı?
İşlerine gelince halk dalkavukluğuna bayılıyor; keşke "halk"dan ne anladıklarını da bir anlatsalar…
Bu da "Benim milletim" gibi bir şey mi acaba?
Hani 83 milyon küsur vatandaşı kucaklayıp da, aynı anda kendilerine oy vermeyenleri, antidemokratik dayatmalarına, haksız ve hukuksuz uygulamalarına boyun eğmeyenleri, "evine ekmek götüremediğini" ifade edenleri, atanamadığı için cinnet getirenleri filan hain, terörist, provokatör filan etmek gibi bir şey mi?
***
Bir halk vardır halktan içeri zahir;

"Benim halkım"...
Kimin iradesinin, kimin seçiminin saygıya değer olduğunu belirleyen ve geri kalan bütün tercihleri "yok"a mahkûm eden bir tür "hücre irade sistemi"!

SORU-YORUM
Boğaziçi Üniversitesi'ne dışarıdan atandığı için öğrenci ve öğretim üyelerinin tepkisine maruz kalan Rektör Melih Bulu, üniversitede, kendisinin rektör yardımcılığı teklifini kabul eden tek akademisyen olan Fizik Profesörü Naci İnci'yi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü'ne atadı. Bu da mı liyakat?

Yazarın Diğer Yazıları